Din hayatın hayatı, hem nuru, hem esası. İhyâ-yı din ile olur şu milletin ihyası. İslâm bunu anladı...
Başka dinin aksine, dinimize temessük derecesi nisbeten milletin terakkisi. İhmali nisbetinde idi milletin tedennisi. Tarihî bir hakikat, ondan olmuş tenâsi...
Dalâlet vehmidir; mevti dehşetlendirir. Mevt, tebdil-i câmedir, ya tahvil-i mekândır. Sicinden bostana çıkar.
Kim hayatı isterse şehadet istemeli. Şehidin hayatına Kur’an işaret eder. Sekeratı tatmamış herbir şehid, kendini
Hayy biliyor, görüyor. Lâkin yeni hayatı daha nezih buluyor...
Zanneder ki ölmemiş. Meyyitlere nisbeti, dikkat et şuna benzer:
İki adam, rü’yâda lezâiz enva’ına câmi’ güzel bahçede ikisi geziyorlar. Biri rü’yâ olduğunu bilir; lezzet almıyor.
Onu müferrah etmez, belki teessüf eder. Öbürüsü; biliyor ki âlem-i yakazadır; hakikî lezzet alır, ona hakikî olur.
Rü’yâ misâlin zılli, misâl ise berzahın zılli olmuştur. Ondan onların düsturları birbirine benziyor.
İstiâze Edilmeli!
Siyaset-i medenî, ekserin rahatına fedâ eder ekalli. Belki ekall-i zâlim, kendine kurban eder ekserîn-i avâmı.
Adâlet-i Kur’anî; tek mâsumun hayatı, kanı heder göremez, onu fedâ edemez değil ekseriyete, hattâ nev’in umumu...
Âyet-i
iki sırr-ı azîmi vaz’ediyor nazara. Biri: Mahz-ı adâlet. Bu düstur-u azîmi
Ki ferd ile Cemâat, şahıs ile nev’-i beşer, kudret nasıl bir görür; adâlet-i İlâhî, ikisine bir bakar. Bir sünnet-i dâimî.
Şahs-ı vâhid, hakkını kendi fedâ ediyor. Lâkin fedâ edilmez, hattâ umum insâna. Onun ibtal-i hakkı, hem iraka-i demi,
Hem zevâl-i ismeti: İbtâl-i hakk-ı nev’in hem ismet-i beşerin mislidir, hem nazîri. İkinci sırrı budur: Hodgâmî bir adamı
Hırs ve heves yolunda bir mâsumu öldürse, eğer elinden gelse, hevesine mâni ise harab eder dünyayı, imha eder benî-âdemi.