Hülâsa: Îman nuruyla âlem öyle terakki eder ki: “Hikmet-i Samedânîye Kitabı” nâmını alıyor. Ve insan, zelil ve fakir ve âciz hayvanların sırasından çıkar; za’fının kuvvetiyle, aczinin kudretiyle, ubûdiyetinin şevketiyle, kalbinin şuâiyle, aklının haşmet-i îmaniyesiyle hilâfet ve hâkimiyetin zirvesine yükselmiştir. Hatta acz, fakr, ihtiyaç ve akıl onun sukûtuna esbâb iken, suûd ve yükselmesine sebeb olurlar. Zulmetli, karanlıklı bir mezar-ı ekber sûretinde görünen zaman-ı mâzi, enbiyâ ve evliyânın ziyâsiyle ziyâdar ve nurânî görünmeye başlar. Karanlıklı gece şeklinde olan istikbâl, Kur’ânın ziyâsiyle tenevvür eder. Cennet’in bostanları şekline girer. Buna binâen, O zât-ı nurânî olmasa idi, kâinat da, insan da, her şey de adem hükmünde kalır, ne kıymeti olur ve ne ehemmiyeti kalırdı.
Binâenaleyh, bu kadar garîb, acib, güzel kâinat için böyle târifat ve teşrifatçı bir mürşid-i hârika lâzımdır. “Eğer bu zât (A.S.M.) olmasa idi kâinat da olmazdı.” meâlinde,
olan hadîs-i kudsî şu hakîkatı tenvir ediyor.
ALTINCI REŞHA: Arkadaş! O hutbe-i ezeliyeyi okuyan zât, kâinatın kemâlâtını keşfeden canlı bir Güneştir. Saadet-i ebediyeyi ihbar ve tebşir ediyor. Nihayetsiz rahmeti keşfetmiş, i’lân ediyor. Saltanat-ı rubûbiyetin mehâsininin dellâlı ve esmâ-i İlâhîyenin gizli definelerinin keşşâfıdır.
Evet! O Zât (A.S.M.) vazifesi i’tibâriyle, hakkın bürhanı, hakîkatın ziyâsı, hidâyetin Güneşi, saadetin vesîlesidir. Şahsiyet ve hüviyet cihetiyle, muhabbet-i Rahmâniyenin misâli, rahmet-i Rabbânîyenin timsâli, hakîkat-ı insaniyenin şerefi, şecere-i hilkatin en kıymettar ve kıymetli bahâdar bir semeresidir. Tebliğ ettiği dini de harika bir sür’atle şark ve garbı ihâta etmiş, nev’-i beşerin beşte biri kabul etmiştir. Acaba böyle bir zâtın dâvâlarında, nefis ve şeytanın münakaşa ve i’tirâzlarına bir imkân var mıdır?
YEDİNCİ REŞHA: Arkadaş! O zâtı harekete getirip o inkılâbları kendisine yaptıran ancak bir kuvve-i kudsiyedir. Evet, bilhassa Ceziret-ül-Arab’da yaptığı inkılâb ve icraata bak!..
O sahralarda, o çöllerde, âdetlerini muhafazada çok mutaassıb ve asabiyetlerinde fevkalâde inatçı ve kasâvet-i kalb ve merhametsizlikte emsâlsiz ve hatta diri diri kızlarını toprağa gömüp öldürürlerken müteessir bile olmayan pek çok vahşî kavimler oturmakta idiler.