Mesnevî-i Nûriye | Reşhalar | 27
(21-32)

İşte, o zât-ı nurânî, okuduğu o hutbe-i ezeliyeyi öyle bir tarz ile okuyor; ne tereddüdü var ne hicabı, ne korkusu var ne teessürü... Hem samimî bir safa-i kalble, hâlis bir ciddiyetle, hasımlarının damarlarına dokundurmak üzere akıllarını tezyîf, nefislerini tahkir edip, izzetlerini kırıyor. Acaba böyle bir dâvada, böyle bir makamda, böyle bir şahıstan zerre miskal bir hilenin bu mes’eleye karışmasına imkân var mıdır? Hâşâ,

Evet hak hîleye muhtaç değil, hakkı söylemekte hîle ve iğfal ihtimali yoktur. Hakîkatı gören bir nazar halkı iğfal etmez, hilâf-ı hakîkat söylemez, hayal ile hakîkatı temyiz eder; aralarında iltibas olamaz.

ONUNCU REŞHA: Arkadaş! O zât-ı mürşid, nev’-i beşeri korkutmak için pek müthiş hakîkatlerden bahsediyor. Ve insanları tebşir için, kalbleri cezb ve akılları celbeden mes’elelerden haber veriyor.

Yahu! Hakâik ve garâibi keşf için insanlarda öyle bir şevk, öyle bir merak vardır ki, garîb bir hakîkati keşf yolunda canlarını, mallarını feda ediyorlar. Bu zât’ın (A.S.M.) keşf ve ihbar ettiği hakâika ne için ehemmiyet vermiyorlar? Halbuki bütün enbiyâ ve evliyâ ve sıddıkîn gibi ehl-i şuhûd ve ashâb-ı ihtisas, bilittifak o zâtı tasdik etmiş ve ediyorlar.

Bu zât (A.S.M.), öyle bir sultanın şuunundan bahsediyor ki, kamer Onun mülkünde bir sinek gibidir. Acib hârikalardan bahsettiği gibi, pek müdhiş infilâk ve inkılâblardan da haber veriyor. Bakınız! O hutbe-i ezeliyede:

gibi tilâvet ettiği âyetlere dikkat ediniz!

Ve beşer için öyle bir istikbâlden haber veriyor ki, dünyevî istikbâl ona nisbeten bir katre hükmündedir. Ve öyle bir saadetten müjde veriyor ki, dünya saadetleri ona nazaran rü’yalar gibi olur. Evet bu kâinatın perdesi altında çok acâib şeyler vardır, bizleri bekliyorlar. Biz de onları intizar ediyoruz. Binâenaleyh, o acâibi görüp bize keyfiyetlerini hikâye etmek için hârikulâde bir insan lâzımdır ki, o hârika garaibi görsün ve gördüğü gibi bize de söylesin.

Dinle
-