Ve keza, öyle bir Allah ki, vücub ve vücûduna, celâl ve cemâline, Vâhid-i Ehad olduğuna şehâdet edenlerden birisi de “Furkan-ı Hakîm”dir.
Ve öyle bir Furkan-ı Hakîm’dir ki, bütün enbiyâ kitablarının tasdiklerine mazhardır. Ve öyle bir Furkan-ı Hakîm’dir ki, bütün akıllar ve kalbler, hükümlerini kabul ve tasdike icmâ ettikleri ve cihat-ı sittesinden nurefşan bir kitabdır.
Ve öyle bir Furkan-ı Hakîm’dir ki, mazhar-ı vahy olan resûllerce, mahz-ı vahydir. Ehl-i keşf ve ilhamca aynı hidâyettir. Maden-i îman ve mecma-i hakâiktir. Hükümleri delâil-i akliye ile müeyyed ve fıtrat-ı selîmenin şehâdetiyle musaddaktır. Lîsanülgayb olup, âlem-i şehâdette nev’-i beşeri ile tevhide emir ve dâvet ediyor.
Öyle bir Allah ki, vücubu vücûd ve vahdetine, şu kitab-ı kebir denilen âlem, bütün yazıları ve fasıllariyle, sahifeleriyle, satırlariyle, cümleleriyle, harfleriyle şehâdet ettiği gibi; şu insan-ı kebir denilen kâinat da, bütün azâsiyle, cevarihiyle, hüceyratiyle, zerrâtiyle, evsâfiyle, ahvâliyle delâlet eder. Yâni, bu kâinat, ihtiva ettiği bütün enva’iyle
ve o âlemlerin erkâniyle ve o erkânın azâsiyle ve o âzanın eczâsiyle
ve o eczânın cüz’iyatiyle ve o cüz’iyatın hüceyratiyle ve o hüceyratın zerrâtiyle ve o zerrâtın tarlası olan esîriyle söyleyerek; bütün enva’iyle, erkâniyle, azâsiyle, eczasiyle, hüceyratiyle, zerrâtiyle, esîriyle (elli beş lîsan ile) vücub-u vücûd ve vahdetine şehâdet ve delâlet eder. Şu lîsanların tafsili gelecektir. Şimdi icmal ile zikredeceğim. Şöyle ki: