İ’lem Eyyühel-Aziz! İnsan kalben ve fikren hakâik-i İlâhîyeye bakıp düşündüğü zaman, bilhassa namaz ve ibâdet esnasında, gerek şeytan tarafından, gerek nefsi tarafından pek fenâ, pis ve çirkin vesveseler, hâtıralar, sinekler gibi kalbe, akla hücum ederler. Bu gibi hevâî, vehmî ve çirkin şeylerin def’iyle uğraşan adam, o vesveselere mağlub olur. Ancak onları mağlub edip kaçırmak çâresi, müdâfaayı terk edip onlar ile uğraşmamaktır. Evet, arılar ile uğraşıldıkça onlar hücumlarını arttırırlar. Onlara karışılmadığı takdirde, insanı terkeder, giderler. Hem de o gibi vesveselerin, ne hakâik-i İlâhîyeye ve ne de senin kalbine bir mazarratı yoktur. Evet pis bir menzilin deliklerinden semânın Güneş ve yıldızlarına, Cennetin gül ve çiçeklerine bakılırsa, o deliklerdeki pislik ne bakana ve ne de bakılana bulaşmaz. Ve fenâ bir te’sir etmez.(Hâşiye)
İ’lem Eyyühe’s-Said! Nedir bu gurur ve nedir bu gaflet? Nedir bu haşmet, nedir bu istiğna, nedir bu azamet? Elindeki ihtiyar bir kıl kadardır ve iktidarın bir zerre kadardır. Ve hayatın söndü, ancak bir şûle kaldı. Ömrün geçti, şuurun söndü, bir lem’a kaldı. Şöhretin gitti, ancak bir an kaldı...
Zamanın geçti kabirden başka mekânın var mı? Biçâre! Aczine ve fakrına bir had var mı? Emellerin nihâyetsizdir, ecelin yakındır. Evet böyle acz ve fakrınla iktidar ve ihtiyardan hâlî bir insanın ne olacak hâli? Hazâin-i rahmet sâhibi Hâlık-ı Rahmanür Rahîm’e, böyle bir acz ile i’timad etmek lâzımdır. O’dur herkese nokta-i istinâd. O’dur her zaîfe cihet-i istimdâd...
----------------------------------
(Hâşiye): O çirkin sözler senin kalbinin sözleri değil. Çünki, senin kalbin ondan müteessir ve müteessiftir. Belki kalbe yakın olan lümme-i şeytanîden geliyor. Meselâ: Sen namazda, Kâbe karşısında, huzur-u İlahîde âyâtı tefekkürde olduğun bir halde, şu tedâiyi efkâr seni tutup en uzak mâlâyâniyat-ı rezîleye sevkeder. Meselâ : Âyinenin içindeki yılanın timsâli ısırmaz. Ateşin misâli yakmaz. Ve necâsetin görünmesi âyineyi telvis etmez.