Bütün o ikinci yolun seferinde, tevellüdat nâmında sevinç ve şenlikle bir tahşidat ve sevkiyat-ı askeriye var ve vefiyat nâmında sürûr ve muzıka ile terhîsât-ı askeriye görünüyor.
İşte Kur’ân-ı Hakîm beşere bu yolu hediye etmiştir. Bu hediyeyi kim tam kabul etse, böyle iki cihanın saadetine giden bu ikinci yoldan gider. Ne geçmiş şeyden mahzun ve ne de gelecek şeyden havf eder.
Ey ikinci bozuk Avrupa! Senin çürük ve esassız esaslarının bir kısmı şunlardır ki: “En büyük melekten en küçük semeğe kadar her bir zîhayat kendi nefsine mâliktir ve kendi zâtı için çalışır ve kendi lezzeti için çabalar. Onun bir hakk-ı hayatı var. Gaye-i himmeti ve hedef-i maksadı, yaşamak ve bekasını te’min etmektir.” diyorsun. Ve Hâlık-ı Kerîmin kerem düstûrlarından ve erkân-ı kâinatta kemâl-i itâatle imtisâl edilen düstûr-u teavünle; nebâtât hayvânâtın imdâdına ve hayvânât insanların yardımına koşmasından tezâhür eden o umûmî kanunun rahîmâne, kerîmâne cilvelerini cidal zannedip, “Hayat bir cidaldir” diye ahmakane hükmetmişsin.
Acaba o düstûru teâvünün cilvesinden olan zerrât-ı taamiyenin, kemâl-i şevk ile beden hüceyrelerinin gıdalandırılması için koşmaları nasıl cidaldir? Nasıl bir çarpışmaktır? Belki o imdâd ve koşmak, Kerîm bir Rabb’in emriyle bir teâvündür.
Hem çürük bir esasın: “Herşey kendi nefsine mâliktir” diyorsun. Hiçbir şey kendi nefsine mâlik olmadığına kat’i bir delil şudur ki: Esbâbın içinde en eşrefi ve ihtiyar noktasında en geniş irâdelisi, insandır. Halbuki bu insanın; düşünmek, söylemek ve yemek gibi en zâhir ef’al-i ihtiyariyesinden yüz cüz’ünden onun dest-i ihtiyarına verilen ve dâire-i iktidarına giren yalnız meşkûk tek bir cüz’dür. Böyle en zâhir fiilin yüz cüz’ünden bir cüz’üne mâlik olmayan, nasıl kendine mâliktir denilir? Böyle en eşref ve ihtiyarı en geniş, bu derece hakîki tasarruftan ve temellükten eli bağlanmış bulunsa; “Sâir hayvânât ve cemâdat kendine mâliktir” diyen, hayvandan daha ziyâde hayvan ve cemâdattan daha ziyâde câmid ve şuursuz olduğunu isbat eder.
Seni bu hataya atıp bu vartaya düşüren, bir gözlü dehandır. Yâni hârika, menhûs zekândır. O kör dehan ile, herşeyin Hâlıkı olan Rabbini unuttun, mevhum bir tabiata isnad ettin, âsârını esbâba verdin, o Hâlıkın malını bâtıl mâbud olan tâğutlara taksim ettin.