Ve Cennet’i zikir ve virdine gaye olmakta az gördüğü halde, kendi nefsini Cenâb-ı Hakk’ın ednâ bir mahlûkunun üstünde büyük tutmuyor. Nihâyet izzet içinde, nihâyet tevâzuu cem’ediyor. Felsefe şâkirdlerinin buna nisbeten ne derece pest ve aşağı olduğunu kıyas edebilirsin.
İşte felsefe-i sakîme-i Avrupaiyeden yek-çeşm olan dehasının yanlış gördüğü hakîkatları; iki cihana bakan, gayb-âşina parlak iki gözü ile iki âleme nazar eden, beşer için iki saadete iki eliyle işâret eden hüdayı Kur’ânî der ki:
“Ey insan! Senin elinde bulunan nefis ve malın, senin mülkün değil, belki sana emânettir. O emânetin mâliki, herşeye kadîr, herşeyi bilir bir Rahîm-i Kerîmdir. O, senin yanındaki mülkünü senden satın almak istiyor. Tâ senin için muhafaza etsin, zâyi’ olmasın. İleride mühim bir fiat sana verecek. Sen muvazzaf ve me’mur bir askersin. Onun nâmiyle çalış ve hesâbiyle amel et. Odur ki, muhtaç olduğun şeyleri sana rızk olarak gönderiyor ve senin tâkatin yetmediği şeylerden seni muhafaza eder.
Senin şu hayatının gayesi, neticesi, o Mâlikin esmâsına ve şuunatına bir mazhariyettir. Sana bir musîbet geldiği vakit, de:
Yâni: Ben mâlikimin hizmetindeyim. Ey musîbet! Eğer O’nun izin ve rızâsiyle geldin ise, merhaba, safa geldin! Çünkü, elbette bir vakit O’na döneceğiz ve O’nun huzuruna gideceğiz ve O’na müştakız. Mâdem herhalde bir zaman bizi hayatın tekâlifinden âzad edecektir. Haydi ey musîbet! O terhis ve o âzad etmek, senin elinle olsun, râzıyım. Eğer benim emânet muhafazasında ve vazifeperverliğimi tecrübe sûretinde sana emir ve irâde etmiş, fakat sana teslim olmaklığıma izin ve rızâsı olmazsa; benim tâkatım yettikçe, emîn olmıyana Mâlikimin emânetini teslim etmem!” der.
İşte binden bir nümûne olarak, dehayı felsefînin ve hüdâyı Kur’ânî’nin verdikleri derslerin derecelerine bak.
Evet iki tarafın hakîkat-ı hali sâbıkan beyân edilen tarz ile gidiyor. Fakat hidâyet ve dalâlette insanların dereceleri mütefâvittir. Gafletin mertebeleri de muhteliftir. Herkes, her mertebede bu hakîkatı tamamiyle hissedemez. Çünkü gaflet, hissi ibtal ediyor. Ve bu zamanda öyle bir derecede ibtal-i his etmiş ki, bu elîm elemin acısını ehl-i medeniyet hissetmiyorlar.