İşte bu misâl gibi, zerrât-ı mevcûdât, cemâl-i mutlak ve kemâl-i mutlak sâhibi olan Zât-ı Zülcelâl’in isimlerine vazifeperverlik cihetinde âyine olmalariyle, o katre ve zerrecik şişe gibi gâyet aşağı bir dereceden gâyet yüksek bir derece-i zuhûra ve tenevvüre çıkıyorlar. Mâdem vazife cihetinde gâyet nurânî ve yüksek bir makam alıyorlar; lezzet mümkün ve kabil ise, yâni hayat-ı âmmeden hissedar iseler, gâyet lezzet ile o vazifeleri görüyorlar, denilebilir.
Vazifede lezzet bulunduğuna en zâhir bir delil, sen kendi âza ve duygularının hizmetlerine bak. Herbiri beka-i şahsî ve beka-i nev’î için ettikleri hizmetlerinde ayrı ayrı lezzetleri var. Nefs-i hizmet, onlara bir telezzüz hükmüne geçiyor. Hatta hizmeti terketmek, o uzvun bir nevi azabıdır.
Hem en zâhir bir delil dahi, horoz veya yavrulu tavuk gibi hayvânâtın vazifelerinde gösterdikleri fedakârane ve merdâne vaziyetleridir ki, horoz aç olduğu halde tavukları nefsine tercih edip bulduğu rızka onları çağırır, yemez, onlara yedirir. Ve bir şevk ve iftihar ve telezzüz ile o vazifeyi gördüğü, görünür. Demek o hizmette, yemekten fazla bir lezzet alır.
Hem küçük yavrularına çobanlık eden tavuk dahi, yavrularının hatırı için ruhunu feda eder. İte atılır. Kendini aç bırakıp onları doyurur. Demek o hizmette öyle bir lezzet alır ki; açlık acısına ve ölmek elemine tereccüh eder, ziyâde gelir. Hayvânî vâlideler yavrularını, küçük iken vazifeleri bulunduğundan lezzetle himâyeye çalışır. Büyük olduktan sonra vazife kalkar, lezzet de gider. Ba’zan yavrusunu döver, elinden tâneyi alır. Yalnız, insan nev’indeki vâlidelerin vazifeleri bir derece devam eder. Çünkü insanlarda za’f ve acz i’tibâriyle dâima bir nevi çocukluk var. Her vakit de şefkate muhtaçtır. İşte umum hayvânâtın horoz gibi çobanlık eden erkeklerine ve tavuk gibi vâlidelerine bak, anla ki: Bunlar kendi hesabına ve kendileri nâmına, kendi kemâlleri için o vazifeyi görmüyorlar. Çünkü hayatını, vazifede lâzım gelse feda ediyorlar. Belki vazifeleri, onları o vazife ile tavzif eden ve o vazife içinde rahmetiyle bir lezzet derceden Mün’im-i Kerîm’in hesabına ve Fâtır-ı Zülcelâl’in nâmına görüyorlar.
Hem nefsi hizmette ücret bulunduğuna bir delil de şudur ki: Nebâtât ve eşcar, bir şevk u lezzeti ihsas eden bir tavır ile Fâtır-ı Zülcelâl’in emirlerini imtisâl ediyorlar.