İkinci yol ile gidenin ne silâhı var, ne zahîresi. Tabiî yolda pek çok korkulara ma’rûz kalacağı gibi ihtiyaçlarını def’ için çoklara minnet altında kalır. Fakat birinci yola sülûk edenin, hem silâhı, hem erzâkı beraberdir. Pek serbestane gider. Birinci yol Kur’ân yoludur, ikinci yol ise dalâlet yoludur.
Evet ehli şuhûdun, ehli vukufun tasdik ve şehâdetleriyle sâbittir ki, îman yümniyle yürüyen emn ü eman içindedir. Ve bilâhere merkezi hükümete ulaştığında onda dokuzu büyük mükâfatlara mazhar olacaklardır. Fakat, dalâlet zulümatı içinde yürüyenler esnâyı seferde korkudan, açlıktan her şeye ve herkese tezellül ettikten sonra, mahalli hükümete vâsıl olduğunda onda dokuzu ya i’dam veya ebedî hapse mahkûm olacaklardır. Binâenaleyh, aklı olan, zararlı bir şeyi, dünyevî, ednâ bir hiffet için tercih etmez.
Ehl-i şuhûd dediğimizden maksad, evliyâullahtır. Zîra velâyet sâhibi, avâmın i’tikâd ettiği şeyleri gözle müşâhede ediyor. Kur’ân yolu ile gidenlerin silâh ve zahîreleri ise; Kadîri Mutlak’a, Ganiyyi Kerîm’e olan tevekkül onları te’min eder. Zîra, tevekkül, istinâd ve istimdâd noktalarını tazammun ediyor. Bu noktalar da kelimei tevhidi istilzam ediyor. Kelimei tevhid de namazı iktizâ ediyor. Namaz dahi ubûdiyetin esas bir rüknüdür. Ubûdiyeti emreden tekliftir. Mükellefiyetini îfa edenin, mükellefiyet müddetince, mükellefiyeti askeriye gibi yemekleri, libasları ve sâir hayat lâzimeleri hazinei Rahmandan verilir. Mükellefiyeti askeriye iki buçuk senedir. Amma mükellefiyeti ubûdiyet, müddeti ömürdür.
İ’lem Eyyühel-Aziz! İnsan bir yolcudur. Sabâvetten gençliğe, gençlikten ihtiyarlığa, ihtiyarlıktan kabre, kabirden haşre, haşirden ebede kadar yolculuğu devam eder. Her iki hayatın levâzımatı, Mâlikül Mülk tarafından verilmiştir. Fakat o levâzımatı, cehlinden dolayı tamamen bu hayatı fâniyeye sarfediyor. Halbuki, o levâzımattan lâakal onda biri dünyevî hayata, dokuzu hayatı bâkiyeye sarfetmek gerektir.