Mesnevî-i Nûriye | Nokta | 248
(245-258)

Farz-ı muhal olarak muktedir birer fâili muhtar olsalar, yine kemâli acz ile o i’caza karşı secde ederek

diyeceklerdir. Her bir kelimesi bütün kelimatiyle münâsebettardır. Ve her harfi, bâhusus zîhayat bir harfi, bütün cümlelere karşı müteveccih birer yüzü, nâzır birer gözü var olan bu kitabın öyle bir muzâaf iştibakı tesânüdü nazmı vardır ki, bir noktayı yerinde îcad etmek için bütün kâinatı îcad edecek bir kudreti gayri mütenâhi lâzımdır. Demek sivrisineğin gözünü halkeden, Güneşi dahi o halketmiştir. Pirenin midesini tanzim eden manzume-i şemsiyeyi de o tanzim etmiştir. “Sünuhat”ın dokuzuncu sahifesinde

âyetinin sırrına müracaat et. Yalnız şu kitabın küçük bir kelimesi olan bal arısını gör. Nasıl şehdi şehâdet o mu’cize-i kudretin lîsanından akıyor. Veyahut şu kitabın bir noktası olan hurdebinî bir huveynat ki, çok def’a büyülttükten sonra görünür. Dikkat et! Nasıl mu’ciznümâ, hayret-fezâ bir misâli musağğarı kâinattır. Sûre-i Yâsin, sûret-i lâfzı Yâsin’de yazıldığı gibi, cezâletli, mûciz bir nokta-i câmiadır. Onu yazan, bütün kâinatı da o yazmıştır. Eğer insaf ile dikkat etsen, şu küçücük hayvanın ve huveynatın sûreti altında olan makine-i dakika-i bedîa-i İlâhîyenin şuursuz, kör, mecra ve mahrekleri tahdid olunmayan ve imkânatından evleviyet olmayan esbâbı basîta-i câmide-i tabiiyeden husûlünü, muhal ender muhal göreceksin.

Eğer her bir zerrede hükemâ şuuru, etibbâ hikmeti, hükkâmın siyaseti bulunduğunu ve her bir zerre de sâir zerrât ile vâsıtasız muhâbere ettiğini i’tikâd edersen, belki nefsini kandırıp o muhali de i’tikâd edebilirsin. Halbuki, o zîhayat makinede öyle bir mu’cize-i kudret, öyle bir hârika-i hikmet vardır ki, ancak bütün kâinatı, bütün şuûnatını îcad eden, tanzim eden bir Sâniin sun’u olabilir. Yoksa kör, az, basit imkân tereddüdiyle ayak atamaz. Esbâbı tabiîden olamaz. Bâhusus o esbâbı tabîiyenin üss-ül-esası hükmünde olan cüzü lâyetecezzâdaki kuvve-i câzibe ve kuvve-i dâfianın içtimâlarının hortumu üzerinde bir muhaliyet damgası var. Fakat câizdir ki, herbir şeyin esası zannettikleri olan cezb, def’, hareket, kuvâ gibi emirler, âdâtullahın kanunlarına birer isim olsun. Lâkin kanun, kâidelikten tabiîliğe ve zihnîlikten hâricîliğe ve i’tibârîden hakîkata ve âletiyetten müessiriyete geçmemek şartiyle kabûl ederiz.

Dinle
-