Ve Avrupa, o firenk illetini İslâm içine atmış; tâ tefrika versin, parçalasın, yutmasına hazır olsun diye düşünür. O firenk illetine karşı eskiden beri tedaviye çalıştığımı, talebelerim ve bana temas edenler biliyorlar. Mâdem böyledir; hey efendiler!. Herbir hâdiseyi bahâne tutup, bana sıkıntı vermeye sebeb nedir acaba? Şarkta bir nefer hata etse, garbda bir nefere askerlik münâsebetiyle zahmet ve ceza vermek.. veya İstanbul’da bir esnafın cinâyetiyle, Bağdad’da bir dükkâncıyı esnaflık münâsebetiyle mahkûm etmek nev’inden, her hâdise-i dünyeviyede bana sıkıntı vermek, hangi usûl iledir? Hangi vicdan hükmeder? Hangi maslahat iktiza eder?
ÜÇÜNCÜ NOKTA: Hâlimi, istirahatimi düşünen ve her musîbete karşı sabır ile sükûtumu istiğrab eden dostlarımın şöyle bir suâlleri var ki: “Sana gelen zahmetlere, sıkıntılara nasıl tahammül ediyorsun? Halbuki eskiden çok hiddetli ve izzetli idin, ednâ bir tahkire tahammül edemezdin?”
Elcevab: İki küçük hâdiseyi ve hikâyeyi dinleyiniz, cevabını alınız:
Birinci hikâye: İki sene evvel benim hakkımda bir müdür sebebsiz, gıyabımda tezyifkârâne, hakaretli sözler söylemişti. Sonra bana söylediler. Bir saat kadar Eski Said damariyle müteessir oldum. Sonra Cenâb-ı Hakk’ın rahmetiyle şöyle bir hakîkat kalbe geldi, sıkıntıyı izale edip o adamı da bana helâl ettirdi. O hakîkat şudur:
Nefsime dedim: Eğer onun tahkiri ve beyân ettiği kusurlar, şahsıma ve nefsime âid ise; Allah ondan râzı olsun ki, benim nefsimin ayıplarını söyler. Eğer doğru söylemiş ise, beni nefsimin terbiyesine sevkeder ve gururdan beni kurtarmaya yardımdır. Eğer yalan söylemiş ise, beni riyadan ve riyanın esası olan şöhret-i kâzibeden kurtarmaya yardımdır. Evet, ben nefsim ile musalâha etmemişim. Çünkü terbiye etmemişim. Benim boynumda veya koynumda bir akrep bulunduğunu biri söylese veya gösterse; ondan darılmak değil, belki memnun olmak lâzım gelir. Eğer o adamın tahkiratı, benim îmana ve Kur’âna hizmetkârlığım sıfatıma âid ise, o bana âid değil. O adamı, beni istihdam eden Sâhib-i Kur’âna havale ediyorum. O Aziz’dir, Hakîm’dir. Eğer sırf beni sövmek, tahkir etmek, çürütmek nev’inden ise; o da bana âid değil. Ben menfî ve esir ve garîb ve elim bağlı olduğundan, haysiyetimi kendi elimle düzeltmeye çalışmak bana düşmez. Belki misafir olduğum ve bana nezaret eden şu köye, sonra kazaya, sonra vilâyete hükmedenlere âidtir. Bir insanın elindeki esîrini tahkir etmek, sâhibine âidtir; o müdafaa eder. Mâdem hakîkat budur, kalbim istirahat etti.