Mektubat | On Dokuzuncu Mektup | 208
(88-221)

Yalnız âyetinin beyân ettiği gibi, tarihçe menkul olan şudur ki: O hâdiseyi gören küffar, “sihirdir” demişler ve “Bize sihir gösterdi. Eğer sâir taraflardaki kervan ve kafileler görmüşlerse hakîkattır. Yoksa bize sihir etmiş.” demişler. Sonra sabahleyin Yemen ve başka taraflardan gelen kafileler ihbar ettiler ki: “Böyle bir hâdiseyi gördük.” Sonra küffar, Fahr-i Âlem (A.S.M.) hakkında (hâşâ): “Yetim-i Ebû Talib’in sihri, semaya da te’sir etti” dediler.

İKİNCİ NOKTA: Sa’d-ı Taftazânî gibi eâzım-ı muhakkikînin ekseri demişler ki: “İnşikak-ı Kamer; parmaklarından su akması umum bir orduya su içirmesi, câmide hutbe okurken dayandığı kuru direğin müfârakat-ı Ahmediyeden (A.S.M.) ağlaması umum cemâatin işitmesi gibi mütevatirdir. Yâni, öyle tabakadan tabakaya bir cemâat-ı kesîre nakletmiştir ki, kizbe ittifakları muhâldir. Hâle gibi meşhur bir kuyruklu yıldızın bin sene evvel çıkması gibi mütevatirdir. Görmediğimiz Serendib adası’nın vücûdu gibi tevatürle vücûdu kat’idir”, demişler. İşte böyle gâyet kat’i ve şuhûdî mesailde teşkikat-ı vehmiye yapmak, akılsızlıktır. Yalnız muhâl olmamak kâfidir. Halbuki şakk-ı Kamer, bir volkanla inşikak eden bir dağ gibi mümkündür.

ÜÇÜNCÜ NOKTA: Mu’cize; da’va-yı Nübüvvetin isbatı için, münkirleri ikna etmek içindir, icbar etmek için değildir. Öyle ise da’va-yı Nübüvveti işitenler için, ikna edecek bir derecede mu’cize göstermek lâzımdır. Sâir taraflara göstermek veyahut icbar derecesinde bir bedâhetle izhar etmek; Hakîm-i Zülcelâl’in hikmetine münâfi olduğu gibi, sırr-ı teklife dahi muhâliftir. Çünkü: “Akla kapı açmak, ihtiyarı elinden almamak” sırr-ı teklif iktiza ediyor. Eğer Fâtır-ı Hakîm, inşikak-ı Kamer’i, feylesofların hevesatına göre bütün âleme göstermek için bir-iki saat öyle bıraksa idi ve beşerin umum tarihlerine geçse idi; o vakit sâir hâdisat-ı Semâvîye gibi; ya da’va-yı Nübüvvete delil olmazdı ve Risâlet-i Ahmediyeye (A.S.M.) husûsiyeti kalmazdı. Veyahut bedâhet derecesinde öyle bir mu’cize olacaktı ki: Aklı icbar edecek, aklın ihtiyarını elinden alacak; ister istemez Nübüvveti tasdik edecek. Ebucehil gibi kömür ruhlu, Ebubekir-i Sıddîk gibi elmas ruhlu adamlar bir seviyede kalıp, sırr-ı teklif zâyi’ olacaktı. İşte bu sır içindir ki: Hem âni, hem gece, hem vakt-i gaflet, hem ihtilâf-ı metali’ ve sis ve bulut gibi sâir mevânii perde ederek umum âleme gösterilmedi veyahut tarihlere geçirilmedi...

DÖRDÜNCÜ NOKTA: Şu hâdise; gece vakti, herkes gaflette iken, âni bir sûrette vuku bulduğundan etraf-ı âlemde elbette görülmeyecek.

Dinle
-