Mektubat | On Dokuzuncu Mektup | 93
(88-221)

        Çünkü, sırr-ı imtihan ve hikmet-i teklif iktiza eder ki, akla kapı açılsın ve aklın ihtiyarı elinden alınmasın. Eğer gâyet bedihî bir sûrette olsa, o vakit aklın ihtiyarı kalmaz. Ebu Cehil de, Ebu Bekir gibi tasdik eder. İmtihan ve teklifin fâidesi kalmaz. Kömür ile elmas bir seviyede kalırdı.

Cây-ı hayrettir ki: Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ın; mübalâğasız binler vecihte binler çeşit insan, herbiri birtek mu’cizesiyle veya bir delil-i nübüvvet ile veya bir kelâmı ile veya yüzünü görmesiyle ve hâkezâ.. birer alâmetiyle îman getirdikleri halde, bütün bu binler ayrı ayrı insanları ve müdakkik mütefekkirleri îmana getiren bütün o binler delâil-i nübüvveti, nakl-i sahih ile ve âsâr-ı kat’iyye ile şimdiki bedbaht bir kısım insanlara kâfi gelmiyor gibi, dalâlete sapıyorlar.

İkinci Esas: Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm hem, beşerdir, beşeriyet i’tibâriyle beşer gibi muamele eder; hem Resuldür, risâlet i’tibâriyle Cenâb-ı Hakk’ın tercümânıdır, elçisidir. Risâleti, vahye istinâd eder. Vahiy iki kısımdır:

Biri: “Vahy-i sarîhî”dir ki, Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm onda sırf bir tercümândır, mübelliğdir, müdahalesi yoktur. Kur’ân ve ba’zı Ehadîs-i Kudsiye gibi...

İkinci Kısım: “Vahy-i zımnî”dir. Şu kısmın mücmel ve hülâsası, vahye ve ilhama istinâd eder; fakat tafsilâtı ve tasviratı, Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’a âidtir. O vahiyden gelen mücmel hâdiseyi tafsil ve tasvirde, Zât-ı Ahmediye Aleyhissalâtü Vesselâm ba’zan yine ilhama, ya vahye istinâd edip beyân eder veyahut kendi ferasetiyle beyân eder. Ve kendi içtihadiyle yaptığı tafsilât ve tasviratı, ya vazife-i risâlet noktasında ulvî kuvve-i kudsiye ile beyân eder veyahut örf ve âdet ve efkâr-ı âmme seviyesine göre, beşeriyeti noktasında beyân eder.

İşte; her hadîste bütün tafsilâtına, vahy-i mahz noktasiyle bakılmaz. Beşeriyetin muktezası olan efkâr ve muamelâtında, risâletin ulvî âsârı aranılmaz. Mâdem ba’zı hâdiseler mücmel olarak mutlak bir sûrette O’na vahyen gelir, O da kendi ferasetiyle ve tearüf-ü umûmî cihetiyle tasvîr eder. Şu tasvirdeki müteşabihata ve müşkilâta ba’zan tefsir lâzım geliyor, hatta ta’bir lâzım geliyor. Çünkü: Ba’zı hakîkatlar var ki, temsil ile fehme takrib edilir. Nasılki bir vakit huzûr-u Nebevîde derince bir gürültü işitildi. Ferman etti ki:“Şu gürültü, yetmiş senedir yuvarlanıp, şimdi Cehennem’in dibine düşmüş bir taşın gürültüsüdür.”Bir saat sonra cevab geldi ki: “Yetmiş yaşına giren meşhur bir münâfık ölüp, Cehennem’e gitti.”

Dinle
-