Mektubat | On Dokuzuncu Mektup | 94
(88-221)

Zât-ı Ahmediye Aleyhissalâtü Vesselâm’ın belig bir temsil ile beyân ettiği hâdisenin te’vilini gösterdi.

Üçüncü Esas: Naklolunan haberler eğer tevâtür sûretinde olsa, kat’idir. Tevâtür iki kısımdır. (Hâşiye) Biri: “Sârih Tevâtür”, biri “Ma’nevî tevâtür”dür. Ma’nevî Tevâtür de iki kısımdır:

Biri: Sükûtîdir. Yâni, sükût ile kabûl gösterilmiş. Meselâ: Bir cemâat içinde bir adam, o cemâatin nazarı altında bir hâdiseyi haber verse, cemâat onu tekzib etmezse, sü-kût ile mukabele etse, kabûl etmiş gibi olur. Husûsan, haber verdiği hâ-disede cemâat onunla alâkadar olsa, hem tenkîde müheyyâ ve hatayı kabûl etmez ve yalanı çok çirkin görür bir cemâat olsa, elbette onun sükûtu o hâdisenin vukuuna kuvvetli delâlet eder. İkinci kısım tevâtür-ü ma’nevî şudur ki: Bir hâdisenin vukuuna, meselâ “Bir kıyye taam, iki yüz adamı tok etmiş” denilse; fakat onu haber verenler, ayrı ayrı sûrette haber veriyor.. biri bir çeşit, biri başka bir sûrette, diğeri başka bir şekil-de beyân eder.. fakat umumen, aynı hâdisenin vukuuna müttefiktirler. İşte mutlak hâdisenin vukuu; mütevatir-i bil-ma’nadır, kat’idir. İhtilaf-ı sûret ise, zarar vermez. Hem ba’zan olur ki: Haber-i vâhid, ba’zı şerâit dâhilinde tevâtür gibi kat’iyyeti ifade eder. Hem ba’zan olur ki; haber-i vâhid haricî emarelerle kat’iyyeti ifade eder. İşte Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’dan bize naklolunan mu’cizatı ve delâil-i nübüv-veti, kısm-ı a’zamı tevâtür iledir; ya sarihî, ya ma’nevî, ya sükûtî. Ve bir kısmı çendan “haber-i vâhid” iledir. Fakat öyle şerâit dahilinde, nekkad-ı muhaddisîn nazarında kabûle şâyân olduktan sonra, tevâtür gibi kat’iyyeti ifade etmek lâzım gelir. Evet muhaddisînin muhakkikîninden “El-Hâfız” ta’bir ettikleri zâtlar, lâakal yüz bin hadîsi hıfzına almış binler Muhakkik Muhaddisler, hem elli sene sabah namazını işa abdestiyle kılan müttakî Muhaddisler ve başta Buharî ve Müslim olarak Kütüb-ü Sitte-i Hadîsiye sâhibleri olan ilm-i hadîs dâhîleri, allâmeleri tashih ve kabûl ettikleri haber-i vâhid, tevâtür kat’iyyetinden geri kalmaz. Evet fenn-i hadîsin muhakkikleri, nekkadları o derece hadîs ile husûsiyet peydâ etmişler ki, Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ın tarz-ı ifade-sine ve üslûb-u âlîsine ve sûret-i ifadesine ünsiyet edip meleke kesbetmişler ki; yüz hadîs içinde bir mevzu’u görse, “Mevzu’dur” der. “Bu, hadîs olmaz ve Peygamber’in sözü değildir” der, reddeder. Sarraf gibi hadîsin cevherini tanır, başka sözü ona iltibas edemez. Yalnız İbn-i Cevzî gibi ba’zı muhakkikler tenkidde ifrat edip, ba’zı Ehadîs-i Sahihaya da mevzu’ demişler.

-------------------------------------------

(Hâşiye): Şu risâlede “tevâtür” lâfzı, Türkçe “şâyia” ma’nasındaki tevâtür değil, belki yakîni ifade eden, yalan ihtimali olmayan kuvvetli ihbardır.

Dinle
-