Mektubat | Yirmi Dördüncü Mektup | 285
(284-308)

Aynen öyle de: Sânii Zülcelâl herbir nevi mevcûdâtın mâhiyetini birer model ittihaz ederek ve nukuşu esmâsiyle kemâlâtı san’atını göstermek için; herbir şey’e husûsan zîhayata, duygularla murassa’ bir vücûd libasını giydirerek, üstünde kalemi kaza ve kaderle nakışlar yapar; cilvei esmâsını gösterir. Herbir mevcûda dahi, ona lâyık bir tarzda bir ücret olarak; bir kemâl bir lezzet, bir feyz veriyor.

sırrına mazhar olan O Sânii Zülcelâl’e karşı hiçbir şey’in hakkı var mıdır ki, desin: “Bana zahmet veriyorsun. Benim istirahatımı bozuyorsun.” Hâşâ! Evet mevcûdâtın hiçbir cihette Vâcibü’lVücûd’a karşı hakları yoktur ve hak da’va edemezler; belki hakları, dâima şükür ve hamd ile, verdiği vücûd mertebelerinin hakkını eda etmektir. Çünkü verilen bütün vücûd mertebeleri vukuattır, birer illet ister. Fakat verilmeyen mertebeler imkânattır. İmkânat ise ademdir, hem nihayetsizdir. Ademler ise, illet istemezler. Nihayetsize illet olamaz. Meselâ madenler diyemezler: “Niçin nebatî olmadık?” Şekvâ edemezler; belki vücûdu madenîye mazhar oldukları için hakları Fâtırına şükrandır. Nebâtât “Niçin hayvan olmadım?” deyip şekvâ edemez, belki vücûd ile beraber hayata mazhar olduğu için hakkı şükrandır. Hayvan ise “Niçin insan olmadım?” diye şikayet edemez, belki hayat ve vücûd ile beraber kıymetdar bir ruh cevheri ona verildiği için, onun üstündeki hakkı, şükrandır. Ve hâkezâ kıyas et.

Ey insanı müştekî! Sen ma’dûm kalmadın, vücûd ni’metini giydin, hayatı tattın, camid kalmadın, hayvan olmadın, İslâmiyet ni’metini buldun, dalâlette kalmadın, sıhhat ve selâmet ni’metini gördün ve hâkezâ...

Ey nankör! Daha sen nerede hak kazanıyorsun ki, Cenâb-ı Hakk’ın sana verdiği mahz-ı ni’met olan vücûd mertebelerine mukabil şükretmiye rek imkânat ve ademiyat nev’inde ve senin eline geçmediği ve sen lâyık olmadığın yüksek ni’metlerin sana verilmediğinden bâtıl bir hırsla Cenâb-ı Hak’tan şekvâ ediyorsun ve küfranı ni’met ediyorsun? Acaba bir adam; minare başına çıkmak gibi âli derecatlı bir mertebeye çıksın, büyük makam bulsun, her basamakta büyük bir ni’met görsün; o ni’metleri verene şükret mesin ve desin: “Niçin o minareden daha yükseğine çıkamadım” diye şekvâ ederek ağlayıp sızlasın. Ne kadar haksızlık eder ve ne kadar küfranı ni’mete düşer, ne kadar büyük divânelik eder, divâneler dahi anlar.

Ey kanaatsız hırslı ve iktisadsız israflı ve haksız şekvâlı gâfil insan! Kat’iyyen bil ki: Kanaat, ticaretli bir şükrandır; hırs, hasâretli bir küfrandır.

Dinle
-