Mektubat | Yirmi Dördüncü Mektup | 288
(284-308)

Elhasıl: Mâdem Sâni-i Zülcelâl vardır ve bâkîdir ve sıfât ve esmâsı, dâimî ve sermedîdirler; elbette o esmânın cilveleri ve nakışları, bir ma’nevî beka içinde teceddüd eder; tahrib ve fenâ, i’dam ve zevâl değildirler. Ma’lûmdur ki insan, insaniyet cihetiyle ekser mevcûdâtla alâkadardır. Onların saâdetleriyle mütelezziz ve helâketleriyle müteellimdir. Husûsan zîhayat ile, ve bilhassa nev’-i beşerle ve bilhassa sevdiği ve istihsan ettiği ehl-i kemâlin âlâmiyle daha ziyâde müteellim ve saâdetleriyle daha ziyâde mes’ud olur. Hatta şefkatli bir vâlide gibi, kendi saâdetini ve rahatını, onların saâdeti için feda eder. İşte her mü’min derecesine göre, nûr-u Kur’ân ve sırr-ı îman ile, bütün mevcûdâtın saâdetleriyle ve bekâlariyle ve hiçlikten kurtulmalariyle ve kıymetdar mektûbât-ı Rabbânîye olmalariyle mes’ud olabilir ve dünya kadar bir nur kazanabilir. Herkes derecesine göre bu nurdan istifade eder. Eğer ehl-i dalâlet ise; kendi elemiyle beraber, bütün mevcûdâtın helâketiyle ve fenâsiyle ve zâhirî i’damlariyle, zîruh ise âlâmlariyle müteellim olur. Yâni onun küfrü, onun dünyasına adem doldurur, onun başına boşaltır; daha Cehennem’e gitmeden Cehennem’e gider.

Dördüncü Remiz: Çok yerlerde dediğimiz gibi, bir pâdişâhın sultan, halife, hâkim, kumandan gibi muhtelif ünvanlar ve sıfatlardan neş’et eden muhtelif ayrı ayrı devair-i teşkilâtı olduğu gibi; Cenâb-ı Hakk’ın Esmâ-i Hüsnâsının had ve hesaba gelmez türlü türlü tecelliyatı vardır. Mahlûkatın tenevvü’leri ve ihtilafları, o tecelliyatın tenevvü’lerinden ileri geliyor. İşte her kemâl ve cemâl sâhibi, fıtraten cemâl ve kemâlini görmek ve göstermek istemesi sırrınca; o muhtelif esmâ dahi, dâimî ve sermedî oldukları için, dâimî bir sûrette Zât-ı Akdes hesabına tezâhür isterler; yâni nakışlarını görmek isterler; yâni kendi nakışlarının âyinelerinde cilve-i cemâllerini ve in’ikas-ı kemâllerini görmek ve göstermek isterler; yâni kâinat kitab-ı kebîrini ve mevcûdâtın muhtelif mektûbâtını ânen fe-ânen tazelendirmek; yâni yeniden yeniye ma’nidar yazmak; yâni bir tek sahifede ayrı ayrı binler mektûbâtı yazmak ve herbir mektubu, Zât-ı Mukaddes ve Müsemma-yı Akdes’in nazar-ı şuhuduna izhar etmekle beraber; bütün zîşuurun nazar-ı mütâla’asına göstermek ve okutturmak iktiza ederler. Bu hakîkata işâret eden şu hakîkatlı şiire bak:

Kitab-ı âlemin yaprakları, enva’-ı nâma’dûd,

Huruf ile kelimatı dahi, efrâd-ı nâmahdûd;

Yazılmış destgâh-ı Levh-i Mahfuz-i hakîkatta

Mücessem lâfz-ı ma’nidardır, âlemde her mevcûd.

Dinle
-