Ve iktisad, ni’mete güzel ve menfaatli bir ihtiramdır. İsraf ise, ni’mete çirkin ve zararlı bir istihfaftır. Eğer aklın varsa, kanaata alış ve rızaya çalış. Tahammül etmezsen “Yâ Sabûr” de ve sabır iste; hakkına râzı ol, teşekki etme. Kimden kime şekvâ ettiğini bil, sus. Her halde şekvâ etmek istersen; nefsini Cenâb-ı Hakk’a şekvâ et, çünkü kusur ondadır.
İkinci Remiz: On Sekizinci Mektûb’un âhirki mes’elesinin âhirinde denildiği gibi, Hâlık-ı Zülcelâl; hayret-nümâ, dehşet-engiz bir sûrette bir faaliyet-i Rubûbiyetiyle, mevcûdâtı mütemadiyen tebdil ve tecdid ettiğinin bir hikmeti budur: Nasılki mahlûkatta faaliyet ve hareket; bir iştiha, bir iştiyak, bir lezzetten, bir muhabbetten ileri geliyor. Hatta denilebilir ki: Herbir faaliyette bir lezzet nev’i vardır; belki herbir faaliyet, bir çeşit lezzettir. Ve lezzet dahi, bir kemâle müteveccihtir; belki bir nevi kemâldir. Mâdem faaliyet; bir kemâl, bir lezzet, bir cemâle işâret eder. Ve mâdem Kemâl-i Mutlak ve Kâmil-i Zülcelâl olan Vâcibü’l-Vücûd, zât ve sıfât ve ef’alinde, bütün enva’-ı kemâlâta câmi’dir; elbette O Zât-ı Vâcibü’l-Vücûd’un vücub-u vücûduna ve kudsiyetine lâyık bir tarzda ve istiğna-i zâtîsine ve gına-i mutlakına muvafık bir sûrette ve kemâl-i mutlakına ve tenezzüh-ü zâtîsine münâsib bir şekilde; hadsiz bir şefkat-i mukaddese ve nihayetsiz bir muhabbet-i münezzehesi vardır. Elbette o şefkat-i mukaddeseden ve o muhabbet-i münezzeheden gelen hadsiz bir şevk-i mukaddes vardır. Ve o şevk-i mukaddesten gelen hadsiz bir sürûr-u mukaddes vardır. Ve o sürûr-u mukaddesten gelen, ta’biri câiz ise, hadsiz bir lezzet-i mukaddese vardır. Ve elbette o lezzet-i mukaddese ile beraber; hadsiz O’nun merhameti cihetiyle faaliyet-i kudreti içinde, mahlûkatının isti’dâdları kuvveden fiile çıkmasından ve tekemmül etmesinden neş’et eden, o mahlûkatın memnuniyetlerinden ve kemâllerinden gelen Zât-ı Rahman ve Rahîm’e âid, ta’biri caiz ise, hadsiz memnuniyet-i mukaddese ve hadsiz iftihar-ı mukaddes vardır ki; hadsiz bir sûrette, hadsiz bir faaliyeti iktiza ediyor. Ve o hadsiz faaliyet dahi, hadsiz bir tebdil ve tağyir ve tahvil ve tahribi dahi iktiza ediyor. Ve o hadsiz tağyir ve tebdil dahi; mevt ve ademi, zeval ve firakı iktiza ediyor..
Bir zaman, hikmet-i beşeriyenin masnûâtın gayelerine dâir gösterdiği fâideler nazarımda çok ehemmiyetsiz göründü. Ve ondan bildim ki, o hikmet abesiyete gider. Onun için feylesofların ileri gidenleri, ya tabiat dalâletine düşer veya Sofestai olur veya ihtiyar ve ilm-i Sâni’i inkâr eder veya Hâlık’a “mûcib-i bizzât” der.
İşte o zaman rahmet-i İlâhîye, Hakîm ismini imdâdıma gönderdi; bana da masnûatın büyük gayelerini gösterdi.