Mektubat | Yirmi Dördüncü Mektup | 289
(284-308)

Beşinci Remiz: İki nüktedir.

Birinci Nükte: Mâdem Cenâb-ı Hak var, herşey var. Mâdem Cenâb-ı Vâcibü’l-Vücûd’a intisâb var, herşey için bütün eşyâ var. Çünkü: Vâcibü’l-Vücûd’a nisbetle herbir mevcûd, bütün mevcûdâta, vahdet sırriyle bir irtibat peyda eder. Demek; Vâcibü’l-Vücûd’a intisâbını bilen veya intisâbı bilinen herbir mevcûd, sırr-ı vahdetle, Vâcibü’l-Vücûd’a mensub bütün mevcûdâtla münasebetdar olur. Demek herbir şey, o intisâb noktasında hadsiz envâr-ı vücûda mazhar olabilir. Firaklar, zevaller, o noktada yoktur. Bir ân-ı seyyâle yaşamak, hadsiz envâr-ı vücûda medârdır. Eğer o intisâb olmazsa ve bilinmezse, hadsiz firaklara ve zevallere ve ademlere mazhar olur. Çünkü, o halde alâkadar olabileceği herbir mevcûda karşı bir firakı ve bir iftirakı ve bir zevâli vardır. Demek kendi şahsî vücûduna, hadsiz ademler ve firaklar yüklenir. Bir milyon sene vücûdda kalsa da (intisâbsız); evvelki noktasındaki o intisâbdaki bir an yaşamak kadar olamaz. Onun için ehl-i hakîkat demişler ki: “Bir ân-ı seyyale vücûd-u münevver, milyon sene bir vücûd-u ebtere müreccahtır.” Yâni: “Vücûd-u Vâcib’e nisbet ile bir an vücûd, nisbetsiz milyon sene bir vücûda müreccahtır.” Hem bu sır içindir ki, ehl-i tahkik demişler: “Envâr-ı vücûd ise Vâcibü’l-Vücûd’u tanımakladır.” Yâni: “O halde kâinat, envâr-ı vücûd içinde olarak melâike ve ruhaniyat ve zîşuurlar ile dolu görünür. Eğer onsuz olsa adem zulümatları, firak ve zeval elemleri herbir mevcûdu ihâta eder. Dünya, o adamın nazarında boş ve hâlî bir vahşetgâh sûretinde görünür.” Evet nasılki bir ağaç meyvelerinin herbirisi, ağacın başındaki bütün meyvelere karşı birer nisbeti var ve, o nisbetle birer kardeşi, arkadaşı mevcûd olduğundan, onların adedince ârızî vücûdları vardır. Ne vakit o meyve ağacın başından kesilse, herbir meyveye karşı bir firak ve zeval hâsıl olur. Herbir meyve onun için ma’dûm hükmündedir. Haricî bir zulmet-i adem ona hâsıl oluyor. Öyle de: Kudret-i Ehad-i Samed’e intisâb noktasında herşey için bütün eşyâ var. Eğer intisâb olmazsa, her şey için eşyâ adedince haricî ademler var. İşte şu remizden, îmanın azamet-i envarına bak ve dalâletin dehşetli zulümâtını gör. Demek îman, şu remizde beyan edilen hakîkat-ı âliye-i nefsü’l-emriyenin ünvanıdır ve îman ile ondan istifade edebilir. Eğer îman olmazsa nasılki; kör, sağır, dilsiz, akılsız adama herşey ma’dûmdur; öyle de îmansıza herşey ma’dûmdur, zulümatlıdır.

İkinci Nükte: Dünyanın ve eşyanın üç tane yüzü var.

Birinci Yüzü: Esmâ-i İlâhîyyeye bakar, onların âyineleridir. Bu yüze zeval ve firak ve adem giremez; belki tazelenmek ve teceddüd var.

Dinle
-