Mektubat | Yirmi Altıncı Mektup | 344
(310-346)

Maatteessüf birinci kısım, husûsan ulemâ-i ehli zâhir, mesleki Ehli Sünneti muhafaza niyetiyle, çok mühim evliyâyı inkâr, hatta tadlil etmeye mecbûr olmuşlar. İkinci kısım olan tarafdarları ise, o çeşit şeyhlere ziyade hüsnü zan ettikleri için, hak mesleğini bırakıp, bid’ate hatta dalâlete girdikleri olmuş.

İşte şu sırra dâir, pek çok zaman zihnimi işgal eden bir halet vardı: Bir zaman ben, bir kısım ehli dalâlete mühim bir vakitte kahr ile duâ ettim. Bedduâma karşı müdhiş bir kuvveti ma’nevîye çıktı. Hem duâmı geri veriyordu, hem beni men’etti.

Sonra gördüm ki: O kısım ehli dalâlet, hilafı hak icraatında bir kuvve-i ma’nevîyenin teshilatiyle, arkasına aldığı halkı sürükleyip gidiyor. Muvaffak oluyor. Yalnız cebr ile değil, belki velâyet kuvvetinden gelen bir arzu ile imtizac ettiği için, ehli îmanın bir kısmı o arzuya kapılıp hoş görüyorlar, çok fenâ telakki etmiyorlar.

İşte bu iki sırrı hissettiğim vakit dehşet aldım, Fesübhanallah dedim. “Tarîk-ı haktan başka velâyet bulunabilir mi? Husûsan müdhiş bir cereyanı dalâlete ehli hakîkat tarafdar çıkar mı?” dedim. Sonra bir mübârek arefe gününde müstahsen bir âdet-i İslâmiyyeye binaen Sûre-i İhlas’ı yüzer def’a tekrar ederek okuyup, onun bereketiyle, “Mühim Bir Suâle Cevab” nâmında yazılan mes’ele ile beraber şöyle bir hakîkat dahi rahmet-i İlâhîye ile kalb-i âcizaneme gelmiş. Hakîkat şudur ki:

Sultan Mehmed Fatih’in zamanında hikâye edilen meşhur ve ma’nidar “Cibali Baba kıssası” nev’inden olarak bir kısım ehli velâyet, zâhiren muhakemeli ve âkıl görünürken, meczubdurlar. Ve bir kısmı dahi; ba’zan sahvede ve dâire-i akılda görünür, ba’zan aklın ve muhakemenin haricinde bir hâle girer. Şu kısımdan bir sınıfı ehli iltibastır, tefrik etmiyor. Sekir halinde gördüğü bir mes’eleyi hâlet-i sahvede tatbik eder, hata eder ve hata ettiğini bilmez. Meczubların bir kısmı ise; indallah mahfuzdur, dalâlete sülûk etmez. Diğer bir kısmı ise mahfuz değiller, bid’at ve dalâlet fırkalarında bulunabilirler. Hatta kâfirler içinde bulunabileceği ihtimal verilmiş.

İşte muvakkat veya dâimî meczub olduklarından, ma’nen “mübârek mecnun” hükmünde oluyorlar. Ve mübârek ve serbest mecnun hükmünde oldukları için, mükellef değiller. Ve mükellef olmadıkları için, muahaze olunmuyorlar. Kendi velâyet-i meczubaneleri bâki kalmakla beraber, ehli dalâlete ve ehli bid’aya tarafdar çıkarlar. Mesleklerine bir derece revaç verip, bir kısım ehli îmanı ve ehli hakkı, o mesleğe girmeye meş’umane bir sebebiyet verirler.

Dinle
-