Mektubat | Yirmi Altıncı Mektup | 341
(310-346)

İşte bu gibi vukuatlar çok var. Fakat ba’zılarının hatırlarını kırmamak için zikretmiyorum. Bunlar ne kadar zaîf birer emâre ise de, fakat içtimâında bir kuvvet hissedilir. Onunla kanaat gelir ki: Şahsıma karşı değil çünkü nefsimi hiçbir ikrama lâyık görmüyorum belki hizmeti Kur’ân noktasında sırf o cihette bir ikrâmı İlâhî ve bir himâyeti Rabbânîyye altında hizmet ettiğimiz anlaşılıyor. Dostlarım bunu düşünmeli, evhama kapılmamalı. Mâdem hizmetkârlığıma bir ikrâmı İlâhîdir ve mâdem fahre değil, belki şükre sebebdir ve mâdem

fermanı var.. bu sırlara binaen, husûsi bir sûrette dostlarıma beyân ediyorum.

Sekizinci Mes’ele

[Yirmi Yedinci Söz’ün içtihada mâni esbâbın beşinci sebebinin üçüncü noktasının üçüncü misalinin haşiyesidir.]

Mühim bir suâl: Ba’zı ehli tahkik derler ki: Elfazı Kur’âniyye ve zikriyye ve sâir tesbihlerin herbiri müteaddid cihetlerle insanın letâifi ma’nevîyesini tenvir eder, ma’nevî gıda verir. Ma’naları bilinmezse, yalnız lafız ifade etmiyor, kâfi gelmiyor. Lafız bir libastır; değiştirilse, her tâife kendi lîsaniyle o ma’nalara elfaz giydirse, daha nâfi’ olmaz mı?

Elcevab: Elfazı Kur’âniye ve tesbihatı Nebeviyenin lafızları camid libas değil; cesedin hayatdar cildi gibidir, belki müruru zamanla cild olmuştur. Libas değiştirilir; fakat cild değişse, vücûda zarardır. Belki namazda ve ezandaki gibi elfaz-ı mübârekeler, ma’nayı örfîlerine alem ve nam olmuşlar. Alem ve isim ise, değiştirilmez. Ben kendi nefsimde tecrübe ettiğim bir haleti çok def’a tedkik ettim gördüm ki; o halet, hakîkattır. O halet şudur ki:

Sûre-i İhlas’ı arefe gününde yüzer def’a tekrar edip okuyordum. Gördüm ki: Bendeki ma’nevî duyguların bir kısmı birkaç def’ada gıdasını alır, vazgeçer, durur. Ve kuvve-i müfekkire gibi bir kısım dahi, bir zaman ma’na tarafına müteveccih olur, hissesini alır, o da durur. Ve kalb gibi bir kısım, ma’nevî bir zevke medâr ba’zı mefhumlar cihetinde hissesini alır, o da sükût eder. Ve hâkezâ...

Dinle
-