Hem eğer onlara denilse: “Peygamber’i nasıl bilirsiniz?” Derler: “Güzel ahlâklı, çok akıllı bir adam.” O vakit onlara denilecek: “Öyle ise îmana geliniz. Çünkü güzel ahlâklı, akıllı olsa, alâküllihal Resûlullah’dır. Çünkü sizin bu “güzel” sözünüz, hududunuz dâhilinde değil; mesleğinizce böyle diyemezsiniz.” Ve hâkezâ... Temsildeki sâir işâretlere, hakîkatın sâir cihetleri tatbik edilebilir.
İşte bu sırra binaen o şeytan ile münazara edilen Birinci Mebhas, ehl-i îmanın îmanını muhafaza etmek için mu’cizat-ı Ahmediyyeyi bilmeğe ve kat’î bürhanlarını öğrenmeğe muhtaç etmiyor. Ednâ bir emâre, küçük bir delil, onların îmanlarını kurtarıyor. Kuyu dibindeki esfel-i sâfilinde olmadığına, herbir hâl-i Ahmediye (A.S.M.), herbir haslet-i Muhammediye (A.S.M.), herbir tavr-ı Nebevî (A.S.M.) birer mu’cize hükmüne geçer, a’lâ-yı illiyyînde bir makamı bulunduğunu isbat eder.
Medâr-ı ibret bir mes’ele:
Evvelki dört zâhirî dost, sonra düşman vaziyeti gösterenlerin
Birincisi: Bir müdür, kaç vasıta ile yalvardı. Onuncu Söz’den bir nüsha istedi. Ona verdim. O ise, terfi’ için dostluğumu bırakıp düşmanlık vaziyeti aldı. Valiye şekvâ ve ihbar sûretinde verdi. Hizmet-i Kur’âniyenin bir eser-i ikramı olarak terfi’ değil, azledildi.