Mektubat | Yirmi Altıncı Mektup | 336
(310-346)
Beşinci Mes’ele

Sâniyen: Mektubunuzda “Mücerred kâfi midir? Yâni demezse ehl-i necat olabilir mi?” diye diğer bir maksadı soruyorsunuz. Bunun cevabı uzundur. Yalnız şimdi bu kadar deriz ki:

Kelime-i şehâdetin iki kelâmı birbirinden ayrılmaz, birbirini isbat eder, birbirini tazammun eder, biribirisiz olmaz. Mâdem Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm Hâtemü’l-Enbiya’dır, bütün enbiyanın vârisidir; elbette bütün vusul yollarının başındadır. Onun cadde-i kübrâsından hariç, hakîkat ve necat yolu olamaz. Umum ehl-i mârifetin ve tahkikin imamları, Sa’dî-i Şirazî gibi derler:

Hem demişler.

Fakat ba’zan oluyor ki: Cadde-i Ahmediyyede (A.S.M.) gittikleri halde, bilmiyorlar ki cadde-i Ahmediyyedir ve cadde-i Ahmediyye dâhilindedir.

Hem ba’zan oluyor ki: Peygamber’i bilmiyorlar, fakat gittikleri yol, cadde-i Ahmediyyenin eczasındandır.

Hem ba’zan oluyor ki: Bir keyfiyet-i meczûbane veya bir hâlet-i istiğrakkârane veya bir vaziyet-i münzeviyane ve bedeviyane sûretinde cadde-i Muhammediyeyi düşünmeyerek, yalnız onlara kâfi geliyor. Fakat bununla beraber, en mühim bir cihet budur ki: “Adem-i kabûl” başkadır, “kabûlü adem” başkadır. Bu çeşit ehl-i cezbe ve ehl-i uzlet veya işitmeyen veya bilmeyen adamlar; Peygamber’i bilmiyorlar veya düşünmüyorlar ki kabûl etsinler. O noktada cahil kalıyorlar. Mârifet-i İlâhîyeye karşı, yalnız biliyorlar.

Dinle
-