Mektubat | Yirmi Altıncı Mektup | 334
(310-346)

hergün başka bir âlem kapısını açıyor. Îman ise hem o şahıstaki her ferdin nûr-u hayatıdır, hem girdiği âlemin ziyasıdır. ise, o nuru açar bir anahtardır.

Hem insanda mâdem nefs, heva ve vehim ve şeytan hükmediyorlar, çok vakit îmanını rencide etmek için gafletinden istifade ederek çok hileleri ederler, şübhe ve vesveselerle îman nûrunu kaparlar. Hem zâhiri şerîata muhalif düşen ve hatta ba’zı imamlar nazarında küfür derecesinde te’sir eden kelimât ve harekât eksik olmuyor. Onun için her vakit, her saat, her gün tecdid-i îmana bir ihtiyaç vardır.

Suâl: Mütekellimîn ulemâsı; âlemi, imkân ve hudûsun ünvan-ı icmalîsi içinde sarıp zihnen üstüne çıkar, sonra vahdâniyeti isbat ederler. Ehl-i tasavvufun bir kısmı, tevhid içinde tam huzuru kazanmak için,

deyip kâinatı unutur, nisyan perdesini üstüne çeker, sonra tam huzuru bulur. Ve diğer bir kısmı hakîki tevhidi ve tam huzuru bulmak için diyerek kâinatı hayale sarar, ademe atar, sonra huzur-u tam bulur. Halbuki sen, bu üç meşrebden hariç bir cadde-i kübrâyı Kur’ânda gösteriyorsun. Ve onun şiârı olarak

diyorsun. Bu caddenin tevhide dâir bir bürhanını ve bir muhtasar yolunu icmâlen göster.

Elcevab: Bütün Sözler ve bütün Mektublar, o caddeyi gösterir. Şimdilik istediğiniz gibi azîm bir hüccetine ve geniş ve uzun bir bürhanına muhtasaran işâret ederiz. Şöyle ki:

Âlemde herbir şey, bütün eşyayı kendi Hâlıkına verir. Ve dünyada herbir eser, bütün âsârı kendi müessirinin eserleri olduğunu gösterir. Ve kâinatta herbir fiil-i îcadî, bütün ef’al-i îcadiyeyi kendi fâilinin fiilleri olduğunu isbat eder. Ve mevcûdâta tecelli eden herbir isim, bütün esmâyı kendi müsemmasının isimleri ve ünvanları olduğuna işâret eder. Demek herbir şey, doğrudan doğruya bir bürhan-ı vahdâniyettir ve mârifet-i İlâhîyyenin bir penceresidir. Evet herbir eser, husûsan zîhayat olsa, kâinatın küçük bir misal-i musağğarıdır ve âlemin bir çekirdeğidir ve Küre-i Arz’ın bir meyvesidir.

Dinle
-