Mektubat | Yirmi Altıncı Mektup | 335
(310-346)

Öyle ise; o misali musağğarı, o çekirdeği, o meyveyi îcad eden, her halde bütün kâinatı îcad eden yine odur. Çünkü; meyvenin mûcidi, ağacının mucidinden başkası olamaz. Öyle ise; herbir eser, bütün âsârı müessirine verdiği gibi.. herbir fiil dahi; bütün ef’ali, fâiline isnad eder. Çünkü görüyoruz ki, her bir fiili îcadî, ekser mevcûdâtı ihâta edecek derecede geniş ve zerreden şümusa kadar uzun birer kanunu Hallakıyetin ucu olarak görünüyor. Demek o cüz’î fiili îcadî sâhibi kim ise, o mevcûdâtı ihâta eden ve zerreden şümusa kadar uzanan kanunu küllî ile bağlanan bütün ef’alin fâili olmak gerektir. Evet bir sineği ihya eden, bütün hevamı ve küçük hayvanatı îcad eden ve Arz’ı ihya eden zât olacaktır. Hem mevlevî gibi zerreyi döndüren kim ise, müteselsilen mevcûdâtı tahrik edip, tâ Şemsi seyyaratiyle gezdiren aynı zât olmak gerektir. Çünkü kanun bir silsiledir, ef’al onun ile bağlıdır.

Demek nasıl herbir eser, bütün âsârı müessirine verir ve herbir fiili îcadî, bütün ef’ali fâiline mal eder. Aynen öyle de: Kâinattaki tecelli eden herbir isim, bütün isimleri kendi müsemmasına isnad eder ve onun ünvanları olduğunu isbat eder. Çünkü: Kâinatta tecelli eden isimler, devâir-i mütedâhile gibi ve ziyadaki elvanı seb’a gibi birbiri içine giriyor, birbirine yardım ediyor, birbirinin eserini tekmil ediyor, tezyin ediyor. Meselâ: Muhyî ismi bir şey’e tecelli ettiği vakit ve hayat verdiği dakikada Hakîm ismi dahi tecelli ediyor, o zîhayatın yuvası olan cesedini hikmetle tanzim ediyor. Aynı halde Kerîm ismi dahi tecelli ediyor; yuvasını tezyin eder. Aynı anda Rahîm isminin dahi tecellisi görünüyor; o cesedin şefkatle havâicini ihzar eder. Aynı zamanda Rezzâk ismi tecellisi görünüyor; o zîhayatın bekasına lâzım maddî ve ma’nevî rızkını ummadığı tarzda veriyor. Ve hâkezâ... Demek Muhyî kimin ismi ise, kâinatta nurlu ve muhit olan Hakîm ismi de O’nundur ve bütün mahlûkatı şefkatle terbiye eden Rahîm ismi de O’nundur ve bütün zîhayatları keremiyle iâşe eden Rezzâk ismi dahi O’nun ismidir, ünvanıdır. Ve hâkezâ...

Demek herbir isim, herbir fiil, herbir eser öyle bir bürhan-ı vahdâniyettir ki; kâinatın sahifelerinde ve asırların satırlarında yazılan ve mevcûdât denilen bütün kelimâtı, kâtibinin nakşı kalemi olduğuna delâlet eden birer mührü vahdâniyet, birer hâtemi ehadiyettir.


Dinle
-