Mektubat | Yirmi Sekizinci Mektup | 349
(348-389)

o cüz’î hâdise-i nevmiye münâsebetiyle, mevtin küçük bir kardeşi olan nevme âid ilmî ve düstûrî olarak altı nükte-i hakîkatı, âyât-ı Kur’âniyenin işâret ettiği vecihte beyân edeceğiz. Yedincisinde, senin rü’yana kısa bir ta’bir verilecek.

B i r i n c i s i : Sûre-i Yusuf’un mühim bir esası, rü’ya-yı Yusufiyye olduğu gibi; âyeti misillü çok âyetlerle, rü’yada ve nevmde perdeli olarak ehemmiyetli hakîkatlar var olduğunu gösterir.

İ k i n c i s i: Kur’ân ile tefe’üle ve rü’yaya i’timâda ehl-i hakîkat tarafdar değiller. Çünkü: Kur’ân-ı Hakîm, ehl-i küfrü kesretle ve şiddetli bir tarzda vuruyor. Tefe’ülde, kâfire âid şiddeti, tefe’ül eden insana çıktığı vakit, yeis veriyor; kalbi müşevveş ediyor. Hem rü’ya dahi hayr iken, ba’zı aks-i hakîkatla göründüğü için şer telakki edilir, yeise düşürür, kuvve-i ma’nevîyeyi kırar, sû’-i zan verir. Çok rü’yalar var ki: Sûreti dehşetli, zararlı, mülevves iken; ta’biri ve ma’nası çok güzel oluyor. Herkes rü’yanın sûretiyle ma’nasının hakîkatı mabeynindeki münâsebeti bulamadığı için; lüzumsuz telaş eder, me’yus olur, keder eder.

İşte yalnız bu cihet içindir ki, ehl-i hakîkat gibi ve İmâm-ı Rabbânî misillü başta dedim.

Ü ç ü n c ü s ü : Hadîs-i sahih ile nübüvvetin kırk cüz’ünden bir cüz’ü nevmde rü’ya-yı sadıka sûretinde tezâhür etmiş. Demek rü’ya-yı sadıka hem haktır, hem nübüvvetin vezaifine taallûku var. Şu üçüncü mes’ele, gayet mühim ve uzun ve nübüvvetle alâkadar ve derin olduğundan, başka vakte tâlik ediyoruz; şimdilik o kapıyı açmıyoruz.

Dördüncüsü: Rü’ya üç nevidir: İkisi, ta’bir-i Kur’ânla

da dâhildir; ta’bire değmiyor. Ma’nası varsa da ehemmiyeti yok. Ya mizacın inhirafından kuvve-i hayaliyye şahsın hastalığına göre bir terkibat, tasvirat yapıyor; yahut gündüz veya daha evvel, hatta bir-iki sene evvel aynı vakitte başına gelen müheyyic hâdisatı, hayal tahattur eder; ta’dil ve tasvir eder, başka bir şekil verir. İşte bu iki kısım dır, ta’bire değmiyor.

Dinle
-