O vasi’ meydanlık, âlem-i İslâmiyettir. Meydanlığın nihayetindeki mescid, Isparta vilâyetidir. Etrafı bulanık çamurlu su, hâl ve zamanın sefahet ve atâlet ve bid’atlar bataklığıdır. Sen selâmetle, bulaşmadan, sür’atle mescide eriştiğin; herkesten evvel envâr-ı Kur’âniyeye sâhib çıkıp, kalbini bozmadan sağlam kaldığına işârettir. Mesciddeki küçük cemâat ise; Hakkı, Hulûsî, Sabri, Süleyman, Rüşdü, Bekir, Mustafa, Ali, Zühdü, Lütfü, Husrev, Re’fet gibi Sözler’in hameleleridir. Ufak kürsü ise, Barla gibi küçük bir köydür. Yüksek ses ise, Sözler’deki kuvvet ve sür’at-i intişarlarına işârettir. Birinci safta sana tahsis edilen makam ise, Abdurrahman’dan sana münhal kalan yerdir. O cemaat; telsiz âletlerin âhizeleri hükmünde, bütün dünyaya ders işittirmek istemek işâreti ve hakîkatı ise inşâallah tamamiyle sonra çıkacak. Şimdi efrâdı birer küçük çekirdek iseler de, ileride tevfik-i İlâhî ile birer şecere-i âliye hükmüne geçerler. Ve birer telsiz telgrafın merkezi olurlar. Sarıklı küçük genç bir zât ise; Hulûsî’ye omuz omuza verecek belki geçecek birisi, nâşirler ve talebeler içine girmeye namzeddir. Ba’zılarını zannederim, fakat kat’i hükmedemem. O genç, kuvve-i velâyetle meydana atılacak bir zâttır. Sâir noktaları sen benim bedelime ta’bir et.
Senin gibi dostlarla uzun konuşmak hem tatlı, hem makbul olduğundan; şu kısa mes’elede uzun konuştum, belki de israf ettim. Fakat nevme âid olan âyât-ı Kur’âniyenin bir nevi tefsirine işâret etmek niyetiyle başladığımdan, İNŞÂALLAH o israf afvolur veya israf olmaz...
Eğirdir’de bir münakaşa-i ilmiyye işittim. O münakaşa, hususan şu zamanda yanlıştır. Hatta münakaşayı bilmiyordum. Benden de sual edildi. Mu’teber bir kitabda, Hadîs-i Şeyheyn’in ittifakına alâmet olan ق işâretiyle bir hadîs bana gösterildi. “Hadîs midir, değil midir?” sual edildi. Ben dedim: Böyle mu’teber bir kitabda, Şeyheyn Hadîsinin ittifakına hükmeden bir zâta i’timâd etmek lâzım; demek hadîstir.