Mektubat | Yirmi Sekizinci Mektup | 353
(348-389)

Fakat hadîsin, Kur’ân gibi ba’zı müteşâbihatı var. Ancak havas onların ma’nalarını bulabilir. Şu hadîsin zâhiri dahi, müşkilât-ı hadîsin müteşabihat kısmından olmak ihtimali var, dedim. Eğer bilseydim medâr-ı münakaşa olmuş, öyle kısa değil, belki böyle cevab verecektim:

Evvelâ: Bu çeşit mesâili münakaşa etmenin birinci şartı; insaf ile, hakkı bulmak niyetiyle, inadsız bir sûrette, ehil olanların mâbeyninde, sû’-i telâkkiye sebeb olmadan müzakeresi caiz olabilir. O müzakere hak için olduğuna delil şudur ki: Eğer hak, muârızın elinde zâhir olsa, müteessir olmasın, belki memnun olsun; çünkü bilmediği şey’i öğrendi. Eğer kendi elinde zâhir olsa, fazla birşey öğrenmedi, belki gurura düşmek ihtimâli var.

Sâniyen: Sebeb-i münakaşa, eğer hadîs ise; hadîsin merâtibini ve vahy-i zımnînin derecâtını ve tekellümât-ı Nebeviyenin aksâmını bilmek lâzım. Avam içinde müşkilât-ı hadîsiyyeyi münakaşa etmek, izhâr-ı fazl sûretinde avukat gibi kendi sözünü doğru göstermek ve enâniyetini, hakka ve insafa tercih etmek sûretinde deliller aramak câiz değildir. Mâdem şu mes’ele açılmış, medâr-ı münakaşa edilmiş, biçâre avam-ı nâsın zihninde sû’-i te’sir ediyor. Çünkü şu gibi müteşabih hadîsleri aklına sığıştıramadığı için; eğer inkâr etse, dehşetli bir kapı açar; yâni küçücük aklına sığışmayan kat’i hadîsleri dahi inkâra yol açar. Eğer zâhir-i hadîsin ma’nasını tutarak öyle kabul edip neşretse, ehl-i dalâletin i’tirazâtına ve “hurafâttır” demelerine yol açar. Mâdem bu müteşabih hadîse, lüzumsuz ve zararlı bir tarzda nazar-ı dikkat celbedilmiş ve bu çeşit hadîsler çok vârid olmuş, elbette şübheleri izâle edecek bir hakîkatı beyân etmek lâzım gelir. Şu hadîs kat’i olsun veya olmasın, o hakîkatı zikretmek gerektir.

İşte yazdığımız risâlelerde, ezcümle Yirmi Dördüncü Söz’ün Üçüncü Dalında On İki Asıl ile; ve Dördüncü Dalında ve On Dokuzuncu Mektub’un vahyin taksimatına dâir mukaddemesindeki bir esâsında tafsilâta iktifaen, burada icmalen o hakîkata bir işâret ederiz. Şöyle ki:

Melâike, insan gibi bir sûrete inhisar etmez; müşahhas iken, bir küllî hükmündedir. Hazret-i Azrâil Aleyhisselâm, kabz-ı ervaha müekkel olan melâikelerin nâzırıdır.

“Her ölünün ruhunu, Hazret-i Azrâil Aleyhisselâm mı bizzât kabzediyor? Yoksa avaneleri mi kabzediyorlar?” Bu hususta üç meslek var:

Birinci Meslek : Azrâil Aleyhisselâm, herkesin ruhunu kabzeder. Bir iş bir işe mâni olmaz, çünkü nurânîdir. Nurânî bir şey, hadsiz âyineler vasıtasiyle hadsiz yerlerde bizzât bulunabilir ve temessül eder.

Dinle
-