Sonra görüyoruz ki; âlemi insaniyet de, belki hayvan âlemi de bir dâire hükmünde teşkil olunuyor ve nokta-i merkeziyede rızık vaz’edilmiş. Bütün nev’i insanı ve hattâ hayvanatı rızka âdeta taaşşuk ettirip, onları umumen rızka hâdim ve müsahhar etmiş. Onlara hükmeden rızıktır. Rızkı da o kadar geniş ve zengin bir hazine yapmış ki, hadsiz ni’metleri câmi’dir. Hattâ rızkın çok enva’ından yalnız bir nev’inin tatlarını tanımak için, lisanda kuvve-i zâika nâmında bir cihaz ile, mat’umat adedince ma’nevî ince ince mizancıklar konulmuştur. Demek kâinat içinde en acib, en zengin, en garib, en şirin, en câmi’, en bedi’ hakîkat rızıktadır.
Şimdi görüyoruz ki: Herşey nasılki rızkın etrafında toplanmış, ona bakıyor; öyle de rızık dahi bütün enva’iyle ma’nen ve maddeten, halen ve kalen şükür ile kaimdir, şükür ile oluyor, şükrü yetiştiriyor, şükrü gösteriyor. Çünkü rızka iştiha ve iştiyak, bir nevi şükrü fıtrîdir. Ve telezzüz ve zevk dahi gayri şuurî bir şükürdür ki, bütün hayvanatta bu şükür vardır. Yalnız insan, dalâlet ve küfür ile o fıtrî şükrün mâhiyetini değiştiriyor; şükürden, şirke gidiyor.
Hem rızık olan ni’metlerde gâyet güzel süslü sûretler, gâyet güzel kokular, gâyet güzel tatmaklar; şükrün da’vetçileridir, zîhayatı şevke da’vet eder ve şevk ile bir nevi istihsan ve ihtirama sevkeder, bir şükrü ma’nevî ettirir. Ve zîşuurun nazarını dikkate celbeder, istihsana tergib eder. Ni’metleri ihtirama onu teşvik eder; onun ile kalen ve fiilen şükre irşad eder, ve şükür ettirir ve şükür içinde en âlî ve tatlı lezzeti ve zevki ona tattırır. Yâni gösterir ki: Şu lezzetli rızık ve ni’met, kısa ve muvakkat bir lezzet-i zahiriyesiyle beraber dâimî, hakîki, hadsiz bir lezzeti ve zevki taşıyan iltifatı Rahmanîyi şükür ile kazandırır. Yâni: Rahmet hazinelerinin Mâliki Kerîminin hadsiz lezzetli olan iltifatını düşündürüp, şu dünyada dahi Cennet’in bâki bir zevkini ma’nen tattırır. İşte rızık, şükür vâsıtasiyle o kadar kıymetdar ve zengin bir hazine-i câmia olduğu halde, şükürsüzlük ile nihayet derecede sukut eder.
Altıncı Söz’de beyân edildiği gibi: Lîsandaki kuvve-i zâika Cenâbı Hak hesabına, yâni ma’nevî vazife-i şükraniye ile rızka müteveccih olduğu vakit, o dildeki kuvve-i zaika, rahmeti bînihaye-i İlâhîyenin hadsiz matbahlarına şâkir bir müfettiş, hâmid bir nâzırı âlîkadr hükmündedir. Eğer nefis hesabına olsa, yâni rızkı in’am edenin şükrünü düşünmeyerek müteveccih olsa; o dildeki kuvve-i zâika, bir nâzırı âlîkadr makamından, batn fabrikasının yasakçısı ve mide tavlasının bir kapıcısı derecesine sukut eder. Nasıl rızkın şu hizmetkârı şükürsüzlük ile bu dereceye sukut eder, öyle de rızkın mâhiyeti ve sâir hademeleri dahi sukut ediyorlar.