Mektubat | Yirmi Dokuzuncu Mektub | 408
(390-463)

Birinci Tabaka: “Kulaklı tabaka” ta’bir ettiğimiz âmî avam; yalnız kulak ile Kur’ânı dinler, kulak vasıtasıyla i’cazını anlar. Yâni der: “Bu işittiğim Kur’ân, başka kitablara benzemez. Ya bütününün altında olacak veya bütününün fevkınde olacak. Umumunun altındaki şık ise kimse diyemez ve dememiş, şeytan dahi diyemez. Öyle ise, umumun fevkındedir.” İşte bu kadar icmal ile On Sekizinci İşâret’te yazılmıştı. Sonra onu îzah için Yirmi Altıncı Mektub’un “Hüccetü’l-Kur’ân Alâ Hizbi’ş-Şeytan” nâmındaki Birinci Mebhası, o tabakanın i’cazdaki fehmini tasvir ve isbat eder.

İkinci Tabaka: Gözlü tabakasıdır. Yâni: Âmi avamdan veyahut aklı gözüne inmiş maddiyyunlar tabakasına karşı, Kur’ânın göz ile görünecek bir işâret-i i’caziyesi bulunduğu, On Sekizinci İşâret’te da’va edilmiş. Ve o da’vayı tenvir ve isbat etmek için, çok îzaha lüzum vardı. Şimdi anladığımız mühim bir hikmet-i Rabbânîyye cihetiyle o îzah verilmedi. Pek cüz’î birkaç cüz’iyatına işâret edilmişti. Şimdi o hikmetin sırrı anlaşıldı ve te’hiri daha evlâ olduğuna kat’i kanaatımız geldi. Şimdi o tabakanın fehmini ve zevkini teshil etmek için; kırk vücuh-u i’cazdan göz ile görülen bir vechini, bir Kur’ânı yazdırdık ki o yüzü göstersin.

Bu üçüncü kısmın mütebâki mes’eleleri ile Dördüncü Kısım tevâfukata dâir olduğu için; tevâfukata dâir olan Fihriste ile iktifa edilerek, burada yazılmamışlardır. Yalnız Dördüncü Kısma ait bir ihtar ile Üçüncü Nükte yazılmıştır.

İHTAR: Lafz-ı Resûldeki nükte-i azîmenin beyânında yüz altmış âyet yazıldı. İşbu âyetlerin hasiyeti pek azîm olmakla beraber; ma’na cihetiyle birbirini isbat ve tekmil ettiğinden, çok ma’nidar olduğu için, muhtelif âyâtı hıfzetmek veya okumak arzusunda bulunanlara bir hizb-i Kur’ânî olduğu gibi; Kur’ân kelimesindeki nükte-i azîmenin beyânında, altmış dokuz âyât-ı azîmenin derece-i belâgatı pek fevkalâde ve kuvvet-i cezâleti pek ulvîdir. Bu da ikinci bir hizb-i Kur’ânî olarak ihvana tavsiye edilir. Yalnız Kur’ân kelimesi, yedi silsile-i Kur’ânda mevcûd olup, umum o kelimeyi tutmuş, hariç iki kalmış. O iki de kıraet ma’nasında olduğundan; o huruc, nükteye kuvvet vermiştir. Resûl lafzı ise o kelime ile en ziyâde münâsebetdar sûreler içinde Sûre-i Muhammed ile Sûre-i Fetih olduğundan, o iki sûreden çıkan silsilelere hasrettiğimizden, hariç kalan Resûl lafzı şimdilik dercedilmemiştir. Vakit müsaade etse, bundaki esrar yazılacaktır inşâallah.

Dinle
-