âyeti pürenvârının çok envârı esrarından bir nûrunu, Ramazanı Şerif’te bir hâleti ruhaniyede hissettim, hayal-meyal gördüm. Şöyle ki:
Üveys-i Karanî’nin:
münâcât-ı meşhuresi nev’inden, bütün mevcûdât-ı zevilhayat, Cenâbı Hakk’a karşı aynı münâcâtı ettiklerini ve on sekiz bin âlemin herbirinin ışığı, birer ismi İlâhî olduğunu bana kanaat verecek bir vakıa-ı kalbiye-i hayaliyeyi gördüm. Şöyle ki:
Birbirine sarılı çok yapraklı bir gül goncası gibi, şu âlem binler perde perde içinde sarılı, birbiri altında saklı âlemleri bu âlem içinde gördüm. Herbir perde açıldıkça, diğer bir âlemi görüyordum. O âlem ise, âyeti Nur’un arkasındaki :
âyeti tasvir ettiği gibi; bir zulümat, bir vahşet, bir dehşet karanlığı içinde bana görünüyordu. Birden bir ismi İlâhînin cilvesi, bir nûr-u azîm gibi görünüp ışıklandırıyordu. Hangi perde akla karşı açılmışsa, hayale karşı başka bir âlem fakat gafletle karanlıklı bir âlem görünüyorken, güneş gibi bir ismi İlâhî tecelli eder, baştan başa o âlemi tenvir eder ve hâkeza... Bu seyri kalbî ve seyahatı hayaliye çok devam etti. Ezcümle:
Hayvanat âlemini gördüğüm vakit, hadsiz ihtiyacat ve şiddetli açlıklariyle beraber za’f ve aczleri, o âlemi bana çok karanlıklı ve hazîn gösterdi. Birden Rahman ismi, Rezzâk burcunda (yâni ma’nasında) bir şemsi tâban gibi tulû’ etti; o âlemi baştan başa rahmet ziyasiyle yaldızladı.