Mektubat | Yirmi Dokuzuncu Mektub | 412
(390-463)

Sonra, o âlem-i hayvanat içinde, etfâl ve yavruların za’f ve acz ve ihtiyaç içinde çırpındıkları, hazîn ve herkesi rikkate getirecek bir karanlık içinde diğer bir âlemi gördüm. Birden Rahîm ismi şefkat burcunda tulû’ etti, o kadar güzel ve şirin bir sûrette o âlemi ışıklandırdı ki; şekvâ ve rikkat ve hüzünden gelen yaş damlalarını, ferah ve sürûra ve şükrün lezzetinden gelen damlalara çevirdi.

Sonra sinema perdesi gibi bir perde daha açıldı; âlem-i insanî bana göründü. O âlemi o kadar karanlıklı, o kadar zulümatlı, dehşetli gör düm ki; dehşetimden feryad ettim, “Eyvah!” dedim. Çünkü gördüm ki: İnsanlardaki ebede uzanıp giden arzuları, emelleri ve kâinatı ihata eden tasavvurat ve efkârları ve ebedî beka ve saâdet-i ebediyeyi ve Cennet’i gâyet ciddî isteyen himmetleri ve istidadları ve hadsiz makasıda ve metâlibe müteveccih fakr ve ihtiyacatları ve za’f ve acziyle beraber, hücuma ma’rûz kaldıkları hadsiz musîbet ve a’dâlariyle beraber; gâyet kısa bir ömür, gâyet dağdağalı bir hayat, gâyet perîşan bir maîşet içinde, kalbe en elîm ve en müdhiş hâlet olan mütemadî zevâl ve firak belâsı içinde, ehl-i gaflet için zulümat-ı ebedî kapısı sûretinde görülen kabre ve mezaristana bakıyorlar, birer birer ve tâife tâife o zulümat kuyusuna atılıyorlar. İşte bu âlemi bu zulümat içinde gördüğüm anda, kalb ve ruh ve aklımla beraber bütün letâif-i insaniyem, belki bütün zerrât-ı vücûdum feryad ile ağlamaya hazır iken; birden Cenâb-ı Hakk’ın Âdil ismi Hakîm burcunda, Rahman ismi Kerîm burcunda, Rahîm ismi Gafûr burcunda (yâni ma’nasında), Bâis ismi Vâris burcunda, Muhyî ismi Muhsin burcunda, Rab ismi Mâlik burcunda tulû’ ettiler. O âlem-i insanî içindeki çok âlemleri tenvir ettiler, ışıklandırdılar ve nurânî âhiret âleminden pencereler açıp, o karanlıklı insan dünyasına nurlar serptiler.

Sonra muazzam bir perde daha açıldı; âlem-i Arz göründü. Felsefenin karanlıklı kavanin-i ilmiyeleri, hayale dehşetli bir âlem gösterdi. Yetmiş def’a top güllesinden daha sür’atli bir hareketle, yirmi beş bin sene mesafeyi bir senede devreden ve her vakit dağılmağa ve parçalanmağa müstaid ve içi zelzeleli, ihtiyar ve çok yaşlı Küre-i Arz içinde, âlemin hadsiz fezasında seyahat eden biçâre nev’-i insan vaziyeti, bana vahşetli bir karanlık içinde göründü. Başım döndü, gözüm karardı. Birden Hâlık-ı Arz ve Semavât’ın Kadîr, Alîm, Rab, Allah ve Rabbü’s-Semavâti Vel Arz ve Müsahhirü’ş-Şemsi Vel-Kamer isimleri; Rahmet, Azamet, Rubûbiyet burcunda tulû’ ettiler. O âlemi öyle nurlandırdılar ki; o halette bana Küre-i Arz gâyet muntazam, müsahhar, mükemmel, hoş, emniyetli bir seyahat gemisi tenezzüh ve keyf ve ticaret için müheyya edilmiş bir şekilde gördüm.

Dinle
-