gibi kudsî havaleler ile, aklı istişhad ediyor ve îkâz ediyor ve akla havale ediyor, tahkike sevkediyor. Onun ile, ehli ilim ve ashâbı akla din nâmına makam veriyor, ehemmiyet veriyor. Katolik mezhebi gibi aklı azletmiyor, ehli tefekkürü susturmuyor, körükörüne taklid istemiyor.
Hakîki Hıristiyanlık değil, belki şimdiki Hıristiyan dîninin esasiyle İslâmiyetin esası mühim bir noktadan ayrıldığından; sâbık farklar gibi çok cihetlerle ayrı ayrı gidiyorlar. O mühim nokta şudur:
İslâmiyet, tevhidi hakîki dînidir ki; vâsıtaları, esbâbları iskat ediyor. Enâniyeti kırıyor, ubûdiyeti hâlisa te’sis ediyor. Nefsin rubûbiyetinden tut, tâ her nevi rubûbiyeti bâtılayı kat’ediyor, reddediyor. Bu sır içindir ki; havastan bir büyük insan tam dindar olsa, enâniyeti terketmeye mecbûr olur. Enâniyeti terketmeyen, salâbeti dîniyeyi ve kısmen de dînini terkeder.
Şimdiki Hıristiyanlık dini ise; “Velediyet Akîdesi”ni kabûl ettiği için vesâit ve esbâba te’siri hakîki verir. Din nâmına enâniyeti kırmaz, belki Hazreti İsâ Aleyhisselâm’ın bir mukaddes vekili diye o enâniyete bir kudsiyet verir. Onun için, dünyaca en büyük makam işgal eden Hıristiyan havasları, tam dindar olabilirler. Hatta Amerika’nın esbak Reisi Cumhuru Wilson ve İngiliz’in esbak Reisi Vükelası Loid George gibi çoklar var ki, mutaassıb birer papaz hükmünde dindar oldular. Müslümanlarda ise öyle makamlara girenler, nâdiren tam dindar ve salâbetli kalırlar. Çünkü; gururu ve enâniyeti bırakamıyorlar. Takvayı hakîki ise, gurur ve enâniyetle içtima edemiyor.
Evet nasılki Hıristiyan havassının taassubu, müslüman havaslarının ademi salâbeti mühim bir farkı gösteriyor; öyle de: Hıristiyandan çıkan feylesoflar, dinlerine karşı lâkayd veya muârız vaziyeti alması ve İslâmdan çıkan hükemâların kısmı a’zamı, hikmetlerini esâsâtı İslâmiyeye bina etmesi; yine mühim bir farkı gösteriyor.
Hem ekseriyetle zindanlara ve musîbetlere düşen âmi Hıristiyanlar, dinden meded beklemiyorlar. Eskiden çoğu dinsiz oluyordular. Hatta Fransa’nın İhtilâli Kebîrini çıkaran ve “Serseri Dinsiz” ta’bir edilen tarihçe meşhur inkılâbcılar, o musîbetzede avam kısmıdır. İslâmiyette ise, ekseriyeti mutlaka ile hapse ve musîbete düşenler, dinden meded beklerler ve dindar oluyorlar. İşte bu hal dahi mühim bir farkı gösteriyor.
Üçüncü İşâret: Ehli bid’a diyorlar ki: “Bu taassubu dinî, bizi geri bıraktı. Bu asırda yaşamak, taassubu bırakmakla olur. Avrupa, taassubu bıraktıktan sonra terakki etti?”