Acaba mümkün müdür ki: Bu derece nihayetsiz bir kudret ve muhît bir hikmet ile Rubûbiyyet eden ve zerrattan tâ seyyarata kadar bütün mevcûdâtı kabza-i tasarrufunda tutmuş ve intizâm ve mizan dairesinde döndüren Sâni’-i Zülcelâl, “Neş’e-i uhrâ” yı yapmasın veya yapamasın! İşte çok âyât-ı Kur’aniyye, şu hikmetli neş’e-i ûlâyı nazar-ı beşere vaz’ediyor. Haşir ve kıyametteki neş’e-i uhrayı ona temsil ederek istib’adı izale eder. Der
Yâni: “Sizi hiçten bu derece hikmetli bir sûrette kim inşa etmiş ise, odur ki, sizi âhirette diriltecektir.” Hem der ki:
Yâni: “Sizin haşirde iadeniz, dirilmeniz, dünyadaki hilkatinizden daha kolay, daha rahattır.” Nasılki bir taburun askerleri, istirahat için dağılsa; sonra bir boru ile çağrılsa kolay bir sûrette tabur bayrağı altında toplanmaları; yeniden bir tabur teşkil etmekten çok kolay ve çok rahattır. Öyle de: Bir bedende birbiriyle imtizac ile ünsiyet ve münasebet peyda eden zerrat-ı esasiyye, Hazret-i İsrafil Aleyhisselâm’ın Sûr’u ile Hâlık-ı Zülcelâl’in emrine “Lebbeyk” demeleri ve toplanmaları; aklen birinci îcaddan daha kolay, daha mümkündür. Hem, bütün zerrelerin toplanmaları belki lâzım değil. Nüveler ve tohumlar hükmünde olan ve Hadîste tâbir edilen eczâ-i esasiyye ve zerrat-ı asliyye, ikinci neş’e için kâfi bir esastır, temeldir. Sâni’-i Hakîm, beden-i insânîyi onların üstünde bina eder. Üçüncü âyet olan gibi âyetlerin işaret ettikleri kıyâs-ı adlînin hülâsası şudur ki:
Âlemde çok görüyoruz ki: Zâlim, fâcir, gaddar insânlar gayet refah ve rahatla ve mazlum ve mütedeyyin adamlar gayet zahmet ve zillet ile ömür geçiriyorlar. Sonra ölüm gelir, ikisini müsavi kılar. Eğer şu müsavat nihayetsiz ise, bir nihayeti yoksa, zulüm görünür. Halbuki: Zulümden tenezzühü, kâinatın şehadetiyle sâbit olan adâlet ve hikmet-i İlâhiyye, bu zulmü hiçbir cihetle kabûl etmediğinden; bilbedâhe bir mecmâ’-i âheri iktiza ederler ki; birinci, cezasını; ikinci, mükâfatın görsün.