Tâ şu intizâmsız, perişan beşer, istidadına münâsib tecziye ve mükâfat görüp adâlet -i mahzaya medâr ve hikmet-i Rabbâniyyeye mazhar ve hikmetli mevcûdât-ı âlemin bir büyük kardeşi olabilsin. Evet, şu dâr-ı dünya, beşerin ruhunda mündemiç olan hadsiz istidadların sünbüllenmesine müsaid değildir. Demek başka âleme gönderilecektir. Evet, insânın cevheri büyüktür. Öyle ise, ebede namzeddir. Mâhiyeti âliyyedir, öyle ise cinâyeti dahi azîmdir. Sâir mevcûdata benzemez. İntizâmı da mühimdir. İntizâmsız olamaz, mühmel kalamaz, abes edilmez, fenâ-yı mutlak ile mahkûm olamaz, adem-i sırfa kaçamaz. Ona Cehennem ağzını açmış bekliyor. Cennet ise âğûş-u nazdârânesini açmış gözlüyor. Onuncu Söz’ün Üçüncü Hakîkatı bu ikinci misâlimizi gayet güzel gösterdiğinden burada kısa kesiyoruz.
İşte misâl için şu iki âyet-i kerime gibi pekçok berâhin-i lâtife-i akliyyeyi tazammun eden sâir âyetleri dahi kıyas eyle, tetebbu’ et. İşte Menabi-i Aşere ve On Medâr; bir hads-i kat’î, bir bürhân-ı kat’îyi intaç ediyorlar ve o pek esaslı hads ve o pek kuvvetli bürhân, haşir ve kıyamete dâî ve muktazînin vücûduna kat’iyyen delâlet ettikleri gibi, Sâni’-i Zülcelâl’in dahi -Onuncu Söz’de kat’iyyen isbat edildiği üzere- Hakîm, Rahîm, Hafîz, Âdil gibi ekser Esmâ-i Hüsnâsı, haşir ve kıyametin gelmesini ve saadet-i ebediyyenin vücûdunu iktiza ederler ve saadet-i ebediyyenin tahakkukuna kat’î delâlet ederler. Demek haşir ve kıyamete muktazî o derece kuvvetlidir ki, hiçbir şek ve şüpheye medâr olamaz.
Fâil, muktedirdir. Evet nasıl haşrin muktazîsi, şüphesiz mevcûddur. Haşri yapacak zât da nihayet derecede muktedirdir. O’nun kudretinde noksan yoktur. En büyük ve en küçük şeyler, O’na nisbeten birdirler. Bir baharı halk etmek, bir çiçek kadar kolaydır. Evet bir Kadîr ki: Şu âlem; bütün güneşleri, yıldızları, avâlimi, zerratı, cevâhiri nihayetsiz lisanlarla O’nun âzametine ve kudretine şehadet eder. Hiçbir vehim ve vesvesenin hakkı var mıdır ki, haşr-i cismânîyi o kudretten istib’âd etsin. Evet bilmüşâhede bir Kadîr-i Zülcelâl şu âlem içinde, her asırda birer yeni ve muntâzam dünyayı halkeden, hattâ her senede birer yeni seyyar, muntâzam kâinatı îcad eden, hattâ her günde birer yeni muntâzam âlem yapan; daima şu semâvat ve arz yüzünde ve birbiri arkasında geçici dünyaları, kâinatları kemâl-i hikmet ile halkeden, değiştiren ve asırlar ve seneler, belki günler adedince muntâzam âlemleri zaman ipine asan ve onunla âzamet-i kudretini gösteren ve yüz bin çeşit haşrin nakışlarıyla tezyin ettiği koca bahar çiçeğini küre-i arzın başına birtek çiçek gibi takan ve onunla kemâl-i hikmetini, cemâl-i san’atını izhar eden bir Zât, “Nasıl kıyameti getirecek, nasıl bu dünyayı âhiretle değiştirecek” denilir mi!