Fıtratta yalan yoktur; ne dediyse doğrudur. Çekirdeğin lisanı,
Meyl-i nümuv der: “Ben, sünbüllenip meyvedâr...” Doğru çıkar beyânı.
Yumurtanın içinde, derin derin söyler hayatın meyelânı
Ki: “Ben piliç olurum, izn-i İlâhî ola.” Sadık olur lisanı.
Bir avuç su, bir demir gülle içinde eğer niyet etse incimad. Bürudetin zamanı
İçindeki inbisat meyli der: “Genişlen, bana lâzım fazla yer.” Bir emr-i bîemanî..
Metin demir çalışır, onu yalan çıkarmaz. Belki onda doğruluk, hem de sıdk-ı cenanî
O demiri parçalar. Şu meyelânlar bütün birer emr-i tekvînî, birer hükm-ü Yezdânî.
Birer fıtrî şeriat, birer cilve-i irade. İrâde-i İlâhî, idare-i ekvânî
Emirleri şunlardır: Birer birer meyelân, birer birer imtisâl, evâmir-i Rabbânî.
Vicdandaki tecelli aynen böyle cilvedir; ki incizab ve cezbe iki Mûsaffâ cânı.
İki mücellâ camdır, akseder içinde Cemâl-i Lâyezâlî, hem de nur-u îmanî.
Karıncayı emîrsiz, arıları ya’subsuz bırakmayan kudret-i ezeliyye; elbette
Beşeri de bırakmaz şeriatsız, nebîsiz. Sırr-ı nizâm-ı âlem, böyle ister elbette.
Bir mi’racî kerametle melekler, gördüler elhak! Ki müsellem bir nübüvvette muazzam bir velâyet var.
O parlak Zât, burâka binmiş de berk olmuş. Kamervârî serâser, âlem-i nuru da görmüştür.
Şu şehadet âleminde münteşir insânlara hissî büyük bir mu’cize nasılki
dir.
Bu mi’racdır, âlem-i ervahdaki sâkinlere en büyük bir mu’cize ki,
dır.