Mektubat | On Dokuzuncu Mektup | 202
(88-221)

On Üçüncü Reşha: Acaba, bütün efâdıl-ı benî-Âdemi arkasına alıp, Arz üstünde durup, Arş-ı A’zam’a müteveccihen el kaldırıp duâ eden şu Şeref-i Nev-i İnsan ve Ferîdi   Kevn ü Zaman ve bihakkın Fahr-ı Kâinat ne istiyor?.. Bak dinle: Saâdet-i Ebediye istiyor, beka istiyor, lika istiyor, Cennet istiyor. Hem merâya-yı mevcûdâtta ahkâmını ve cemâllerini gösteren bütün esmâ-i kudsiye-i İlâhîye ile beraber istiyor. Hatta eğer rahmet, inâyet, hikmet, adâlet gibi hesabsız o matlûbun esbab-ı mûcibesi olmasaydı; şu Zâtın tek duâsı, baharımızın îcadı kadar kudretine hafif gelen şu Cennet’in binasına sebebiyet verecekti. Evet nasılki O’nun Risâleti şu dâr-ı imtihanın açılmasına sebebiyet verdi, öyle de, O’nun ubûdiyeti dahi, öteki dârın açılmasına sebebtir. Acaba ehl-i akıl ve tahkıka,

dediren şu meşhud intizam-ı fâik, şu rahmet içinde kusursuz hüsn-ü san’at ve misilsiz cemâl-i Rubûbiyet; hiç böyle bir çirkinliği, böyle bir merhametsizliği, böyle bir intizamsızlığı kabûl eder mi ki: En cüz’î, en ehemmiyetsiz arzuları, sesleri, ehemmiyetle işitip îfa etsin; en ehemmiyetli, en lüzumlu arzuları ehemmiyetsiz görüp işitmesin, anlamasın, yapmasın.. hâşâ ve kellâ! Yüz bin def’a hâşâ! Böyle bir cemâl, böyle bir çirkinliği kabûl etmez, çirkin olmaz!

Yâhu ey hayalî arkadaşım! Şimdilik kâfidir, geri gitmeliyiz. Yoksa, yüz sene şu zamanda, şu cezirede kalsak; yine O Zât’ın garaib-i icraatını ve acâib-i vezâifini, yüzden birisine tamamen ihâta edip temaşasında doyamayız.

Şimdi gel, üstünde döneceğimiz her asra birer birer bakacağız. Bak: Nasıl her asır, O Şems-i Hidâyet’ten aldıkları feyz ile çiçek açmışlar!

Ebû Hanîfe, Şâfiî, Bayezid-i Bistâmî, Şah-ı Geylânî, Şâh-ı Nakşi-bend, İmâm-ı Gazâlî, İmâm-ı Rabbânî gibi milyonlar münevver meyveler veriyor.

Meşhudâtımızın tafsilâtını başka vakte ta’lik edip O mu’ciz-nümâ ve hidâyet-edâya bir kısım kat’i mu’cizatına işâret eden bir salâvat getirmeliyiz:

Dinle
-