Mektubat | On Dokuzuncu Mektup | 199
(88-221)

Hem insanı bütün hayvânâtın madûnuna düşüren hadsiz za’f ve aczi, fakr ve ihtiyâcâtı ve bütün hayvanlardan daha bedbaht eden, vâsıta-i nakl-i hüzün ve elem ve gam olan aklı, o nur ile nurlandığı vakit, insan bütün hayvânât, bütün mahlûkat üstüne çıkar. O nurlanmış acz, fakr, akıl ile, niyaz ile nazenin bir sultan.. ve fîzar ile nâzdar bir halife-i zemîn olur. Demek o nur olmazsa; kâinat da, insan da, hatta herşey dahi hiçe iner. Evet, elbette böyle bedi’ bir kâinatta, böyle bir zât lâzımdır. Yoksa, kâinat ve eflâk olmamalıdır.

Altıncı Reşha: İşte O Zât; bir saâdet-i ebediyenin muhbiri, müjdecisi ve rahmet-i bînihayenin kâşifi ve i’lâncısı ve saltanat-ı Rubûbiyetin mehasininin dellâlı, seyircisi ve künûz-u esmâ-i İlâhîyenin keşşafı, göstericisi olduğundan; böyle baksan, yâni ubûdiyeti cihetiyle; O’nu bir misâl-i muhabbet, bir timsal-i rahmet, bir şeref-i insaniyet, en nurânî bir semere-i şecere-i hilkat göreceksin. Şöyle baksan, yâni Risâleti cihetiyle; bir bürhan-ı Hak, bir sirac-ı hakîkat, bir şems-i hidâyet, bir vesile-i saâdet görürsün. İşte bak; nasıl berk-i hâtıf gibi, O’nun nuru, şarktan garbı tuttu ve nısf-ı Arz ve hums-u beşer, O’nun hediye-i hidâyetini kabûl edip hırz-ı cân etti. Bizim nefis ve şeytanımıza ne oluyor ki, böyle bir Zâtın bütün da’valarının esası olan ı, bütün merâtibiyle beraber kabûl etmesin...

Yedinci Reşha: İşte bak: Şu cezîre-i vâsiada vahşî ve âdetlerine mutaassıb ve inatçı muhtelif akvamı, ne çabuk âdât ve ahlâk-ı seyyie-i vahşiyânelerini def’aten kal’ ve ref’ ederek bütün ahlâk-ı hasene ile techiz edip bütün âleme muallim ve medenî ümeme üstad eyledi. Bak! Değil zâhirî bir tasallut.. belki akılları, ruhları, kalbleri, nefisleri feth ve teshîr ediyor. Mahbub-u kulûb, muallim-i ukûl, mürebbi-i nüfus, sultan-ı ervah oldu.

Sekizinci Reşha: Bilirsin ki; sigara gibi küçük bir âdeti, küçük bir kavimde büyük bir hâkim, büyük bir himmetle ancak dâimî kaldırabilir. Halbuki bak: Bu Zât, büyük ve çok âdetleri; hem inatçı, mutaassıb büyük kavimlerden, zâhirî küçük bir kuvvetle, küçük bir himmetle, az bir zamanda ref’edip; yerlerine öyle secâyâ-yı âliyeyi ki, dem ve damarlarına karışmış derecede sâbit olarak vaz’ ve tesbit eyliyor. Bunun gibi daha pek çok hârika icrâatı yapıyor. İşte şu Asr-ı Saâdet’i görmeyenlere Ceziret-ül Arab’ı gözlerine sokuyoruz! Haydi yüzer feylesofu alsınlar, oraya gitsinler, yüz sene çalışsınlar. O zâtın, o zamana nisbeten bir senede yaptığının yüzden birisini acaba yapabilirler mi?..

Dinle
-