Mektubat | Yirmi İkinci Mektup | 276
(262-277)

Üçüncüsü, kelimesiyle der: Cemâatten hayatını alan hayat-ı içtimâîye ve medeniyetiniz ne olmuş ki, böyle hayatınızı zehirliyen bir ameli kabûl eder?

Dördüncüsü, kelâmiyle der: İnsaniyetiniz ne olmuş ki, böyle canavarcasına arkadaşınızı diş ile parçalamayı yapıyorsunuz?

Beşincisi, kelimesiyle der: Hiç rikkat-i cinsiyeniz, hiç sıla-i rahminiz yok mu ki, böyle çok cihetlerle kardeşiniz olan bir mazlûmun şahs-ı ma’nevîsini insafsızca dişliyorsunuz? Ve hiç aklınız yok mu ki, kendi âzanızı kendi dişinizle divâne gibi ısırıyorsunuz?

Altıncısı, kelâmiyle der: Vicdanınız nerede? Fıtratınız bozulmuş mu ki, en muhterem bir halde bir kardeşinize karşı, etini yemek gibi en müstekreh bir işi yapıyorsunuz?

Demek şu âyetin ifadesiyle ve kelimelerin ayrı ayrı delâletiyle: Zem ve gıybet, aklen ve kalben ve insaniyeten ve vicdanen ve fıtraten ve milliyeten mezmumdur. İşte bak nasıl şu âyet, îcazkârâne altı mertebe zemmi zemmetmekle, i’cazkârâne altı derece o cürümden zecreder.

Gıybet, ehl-i adâvet ve hased ve inadın en çok isti’mal ettikleri alçak bir silâhtır. İzzet-i nefis sahibi, bu pis silâha tenezzül edip isti’mal etmez. Nasıl meşhur bir zât demiş:

Yâni: “Düşmanıma gıybetle ceza vermekten nefsimi yüksek tutuyorum; ve tenezzül etmiyorum. Çünkü gıybet; zaîf ve zelîl ve aşağıların silahıdır.”

Gıybet odur ki: Gıybet edilen adam hazır olsa idi ve işitse idi, kerâhet edip darılacaktı. Eğer doğru dese, zâten gıybettir. Eğer yalan dese; hem gıybet, hem iftiradır. İki katlı çirkin bir günahtır.

Dinle
-