Mektubat | Yirmi Dördüncü Mektup | 295
(284-308)

Aynen öyle de: Şu mevcûdât zeval perdesinde saklandıkları vakit; onların yerinde herbirisinin pek çok tesbihatı bâkî kalmakla beraber, pek çok esmâ-i İlâhîyyenin de nukuşlarını ve mukteziyatını o esmânın ellerine bırakır. Yâni bir vücûd-u bâkîyeye tevdi’ ederler, öyle giderler. Acaba fâni ve muvakkat bir vücûdun gitmesiyle onun yerine bir nevi bekaya mazhar binler vücûd kalsa; denilir mi ki, ona yazık oldu veyahut abes oldu veyahut şu sevimli mahlûk neden gitti.. şekvâ edilebilir mi? Belki onun hakkındaki rahmet, hikmet, muhabbet öyle iktiza ediyorlar ve öyle olmak gerektir. Yoksa birtek zarar gelmemek için, binler menfaati terketmek lâzım gelir ki; o halde binler zarar olur. Demek; Rahîm, Hakîm ve Vedud isimleri; zevale ve firaka muârız değiller, belki istilzam edip iktiza ediyorlar.

Beşinci İşâret:

Fıkrası ifade ediyor ki: “Mevcûdât -husûsan zîhayat olanlar- vücûd-u surîden gittikten sonra bâkî çok şeyleri bırakırlar, öyle giderler...” İkinci Remiz’de beyan edildiği gibi, Zât-ı Vâcibü’l-Vücûd’un kudsiyet ve istiğna-i kemâline muvafık bir tarzda ve O’na lâyık bir sûrette; hadsiz bir muhabbet, nihayetsiz bir şefkat, gâyetsiz bir iftihar, -ta’biri câiz ise- mukaddes hadsiz bir memnuniyet, bir sevinç, -ta’birde hata olmasın- hadsiz bir lezzet-i mukaddese, bir ferah-ı münezzeh şuûnât-ı Rubûbiyetinde bulunur ki; onların âsârı bilmüşâhede görünüyor. İşte o şuûnât, iktiza ettikleri hayret-nümâ faaliyet içinde, mevcûdât tebdil ve tağyir ile, zeval ve fenâ içinde sür’atle sevkediliyor.. mütemadiyen âlem-i şehâdetten âlem-i gayba gönderiliyor. Ve o şuûnâtın cilveleri altında mahlûkat; dâimî bir seyr ü seyelan, bir hareket ve cevelân içinde çalkanmakta ve ehl-i gafletin kulaklarına vaveylâ-i firak ve zevâli ve ehl-i hidâyetin sem’ine velvele-i zikr ve tesbihi dağıtmaktadırlar. Bu sırra binâen herbir mevcûd Vâcibü’l-Vücûd’un bâkî şuûnâtının tezahürüne bâkî birer medâr olacak ma’naları, keyfiyetleri, hâletleri vücûdda bırakıp öyle gidiyorlar. Hem o mevcûd, bütün müddet-i hayatında geçirdiği etvar ve ahvâli, ilm-i ezelînin ünvanları olan İmâm-ı Mübin, Kitâb-ı Mübin, Levh-i Mahfûz gibi vücûd-u ilmî dâirelerinde vücûd-u hâricîsini temsil eden mufassal bir vücûd dahi bırakıp öyle giderler. Demek her fâni; bir vücûdu terkeder, binler bâkî vücûdları kazanır, kazandırır. Meselâ: Nasılki hârikulâde bir fabrika makinesine âdi ba’zı maddeler atılır; içinde yanarlar, zâhiren mahvolur; fakat o fabrikanın inbiklerinde çok kıymetdar kimya maddeleri ve edviyeler teressüb eder.

Dinle
-