Bu sefine-i Rabbânîye, yirmi dört bin senelik bir mesafeyi bir senede geçip, meydan-ı Haşrin etrafında dönüyor. Meselâ ehl-i Cennet, elbette arzu ederler ki, dünya maceralarını tahattur etsinler ve birbirine nakletsinler; belki o maceraların levhalarını ve misâllerini görmeyi çok merak ederler. Elbette sinema perdelerinde görmek gibi; o levhaları, o vak’aları müşahede etseler çok mütelezziz olurlar. Mâdem öyledir, herhalde dâr-ı lezzet ve menzil-i saâdet olan dâr-ı Cennet’te,
İşâretiyle; sermedî manzaralarda, dünyevî maceraların muhaveresi ve dünyevî hâdisâtın manzaraları Cennet’te bulunacaktır. İşte bu güzel mevcûdâtın bir an görünmesiyle kaybolması ve birbiri arkasından gelip geçmesi, menazır-ı sermediyyeyi teşkil etmek için, bir fabrika destgâhları hükmünde görünüyor. Meselâ: Nasılki ehl-i medeniyet, fâni vaziyetlere bir nevi beka vermek ve ehl-i istikbâle yâdigâr bırakmak için; güzel veya garîb vaziyetlerin sûretlerini alıp, sinema perdeleriyle istikbâle hediye ediyor, zaman-ı mâzîyi zaman-ı halde ve istikbâlde götseriyor ve dercediyorlar... Aynen öyle de: Şu mevcûdât-ı bahariye ve dünyeviyede kısa bir hayat geçirdikten sonra, onların Sâni-i Hakîm’i âlem-i bekaya âid gayelerini o âleme kaydetmekle beraber âlem-i ebedîde, sermedî manzaralarda onların etvar-ı hayatlarında gördükleri vezaif-i hayatiyeyi ve mu’cizat-ı Sübhâniyeyi, menazır-ı sermediyede kaydetmek, mukteza-yı ism-i Hakîm ve Rahîm ve Vedûddur.
Dördüncü İşaret:
Ffıkrası ifade ediyor ki: Mevcûdât etvar-ı hayatiyle, müteaddid enva’-ı tesbihat-ı Rabbânîyeyi yapıyor. Hem esmâ-i İlâhîyenin iktiza ve istilzam ettikleri hâlâtı gösteriyor ki... Meselâ: Rahîm ismi şefkat etmek ister, Rezzâk ismi, rızık vermek iktîza eder; Lâtîf ismi lutfetmek istilzam eder.. ve hâkezâ... Bütün esmânın birer birer muktezası vardır. İşte herbir zîhayat hayatiyle ve vücûdiyle o esmânın muktezasını göstermekle beraber, cihâzâtı adedince Sâni-i Hakîm’e tesbihat yapıyorlar. Meselâ: Nasılki bir insan güzel meyveler yer, o meyveler mîdesinde dağılır, erir, zâhiren mahvolur; fakat ağzından, midesinden başka bütün hüceyrat-ı bedeniyyede faaliyetkârâne bir lezzet, bir zevk vermekle beraber, aktâr-ı bedendeki vücûdu ve hayatı beslemek ve idame-i hayat etmek gibi pek çok hikmetlerin vücûduna medâr oluyor... O taam kendisi de vücûd-u nebatîden hayat-ı insaniye tabakasına çıkıyor, terakki ediyor.