Mektubat | Yirmi Dördüncü Mektup | 296
(284-308)

Hem onun kuvvetiyle ve buhariyle o fabrikanın çarkları döner; bir taraftan kumaşları dokumasına, bir kısmı kitab tab’ına, bir kısmı da şeker gibi başka kıymetdar şeyleri îmal etmesine medâr oluyor ve hâkezâ... Demek o âdî maddelerin yanmasiyle ve zâhiren mahvolmasiyle, binler şeyler vücûd buluyor. Demek, âdi bir vücûd gider, âli çok vücûdları irsiyet bırakır. İşte şu halde, o âdi maddeye yazık oldu denilir mi? Fabrika sâhibi neden ona acımadı, yandırdı; o sevimli maddeleri mahvetti, şikâyet edilir mi? Aynen öyle de Hâlık-ı Hakîm ve Rahîm ve Vedûd; muktezayı rahmet ve hikmet ve vedûdiyet olarak, kâinat fabrikasına hareket veriyor; herbir vücûd-u fânîyi, çok bâkî vücûdlara çekirdek yapar, makasıd-ı Rabbânîyesine medâr eder, şuûnât-ı Sübhâniyyesine mazhar kılar; kalem-i kaderine mürekkeb ittihaz eder ve kudretin dokumasına bir mekik yapar ve daha bilmediğimiz pek çok inâyât-ı galiyye ve makasıd-ı âliye için, kendi faaliyet-i kudretiyle kâinatı faaliyete getirir. Zerrâtı cevelâna, mevcûdâtı seyerana, hayvânâtı seyelâna, seyyâratı deverana getirir, kâinatı konuşturur; âyâtını ona sessiz söylettirir ve ona yazdırır. Ve mahlûkat-ı arzıyeyi -Rubûbiyeti noktasında- havayı emir ve irâdesine bir nevi arş; ve nur unsurunu ilim ve hikmetine diğer bir arş; ve suyu, ihsan ve rahmetine başka bir arş; ve toprağı hıfz ve ihyâsına bir çeşit arş yapmış. O arşlardan üçünü, mahlûkat-ı arzıyye üstünde gezdiriyor.

Kat’iyyen bil ki: Bu beş Remiz’de ve beş İşâret’te gösterilen parlak hakîkat-ı âliye, nûr-u Kur’ân ile görünür ve îmanın kuvvetiyle sâhib olunabilir. Yoksa o hakîkat-ı bâkıye yerine, gâyet müdhiş bir zulümat geçer. Ehl-i dalâlet için dünya, firaklar ve zevaller ile dolu ve ademler ile mâlâmâldir. Kâinat, onun için ma’nevî bir Cehennem hükmüne geçer. Herşey onun için; ani bir vücûd ile, hadsiz bir adem ihâta ediyor. Bütün mâzî ve müstakbel, zulümat-ı ademle memlûdür; yalnız kısacık bir zaman-ı hâlde, bir hazîn nûr-u vücûd bulabilir. Fakat sırr-ı Kur’ân ve nûr-u îman ile, ezelden ebede kadar bir nûr-u vücûd görünür; ona alâkadar olur ve onunla saâdet-i ebediyesini te’min eder.

Elhasıl: Bir Şâir-i Mısrî’nin tarzında deriz:

Deryâ olunca nefes
Pârelenince kafes
Tâ kesilince bu ses

Çağırırım: Yâ Hak! Ya Mevcûd! Yâ Hayy! Yâ Ma’bûd!

Yâ Hakîm! Yâ Maksûd! Yâ Rahîm! Yâ Vedûd!..

Dinle
-