Çünkü daha ona lüzum kalmadı, hem başka sahifelerin tab’ı lâzım geliyor. İşte aynen bunun gibi, şu mevcûdât-ı arziye husûsan nebatiye, kalem-i kader-i İlâhî onlara bir tertib, bir vaziyet verir; bahar sahifesinde kudret onları îcad eder ve güzel ma’nalarını ifade ederek, sûretleri ve hüviyetleri âlem-i misâl gibi âlem-i Gaybın defterine geçtikleri için, hikmet iktiza ediyor ki; o vaziyet değişsin, tâ yeni gelecek diğer bahar sahifesi yazılsın, onlar dahi ma’nalarını ifade etsinler.
İkinci İşâret:
Bu fıkra işâret eder ki: Herbir şey -cüz’î olsun küllî olsun- vücûddan gittikten sonra (husûsan zîhayat olsa) çok hakaik-i gaybiye netice vermekle beraber; âlem-i misâlin defterlerinde olan levh-i misâlî üstünde, etvar-ı hayatı adedince sûretleri bırakıp, o sûretlerden, ma’nidar olan ve mukadderat-ı hayatiye denilen sergüzeşt-i hayatiyeleri yazılır ve ruhâniyata bir mütâla’agâh olur. Nasılki, meselâ bir çiçek vücûddan gider, fakat yüzer tohumcuklarını ve tohumcuklarda mâhiyetini vücûdda bırakmakla beraber; küçük elvah-ı mahfuzada ve elvah-ı mahfuzanın küçük nümuneleri olan hâfızalarda binler sûretini bırakıp, zîşuurlara etvar-ı hayatiyle ifade ettiği tesbihat-ı Rabbânîye ve nukuş-u esmâiyeyi okutturur, sonra gider. Öyle de: Yeryüzünün saksısında güzel masnûatla münakkaş olan bahar mevsimi, bir çiçektir; zâhiren zeval bulur, ademe gider, fakat onun tohumları adedince ifade ettikleri hakaik-i gaybiye ve çiçekleri adedince neşrettiği hüviyet-i misâliye ve mevcûdâtı adedince gösterdikleri hikmet-i Rabbânîyeyi kendine bedel olarak vücûdda bırakıp sonra bizden saklanır. Hem o giden baharın arkadaşları olan sâir baharlara yer boşaltır, tâ onlar gelip vazife görsünler. Demek o bahar, zâhirî bir vücûdu çıkarır; manen bin vücûd giyer.
Üçüncü İşâret:
Fıkrası ifade ediyor ki: Dünya bir destgâh ve bir mezraadır. Ahiret pazarına münâsib olan mahsulâtı yetiştirir. Çok Sözlerde isbat etmişiz: Nasılki cin ve insin amelleri âhiret pazarına gönderiliyor. Öyle de: Dünyanın sâir mevcûdâtı dahi, âhiret hesabına çok vazifeler görüyorlar ve çok mahsulât yetiştiriyorlar. Belki Küre-i Arz, onlar için geziyor; belki denilebilir ki: “Onun içindir.”