Mektubat | Yirmi Dördüncü Mektup | 306
(284-308)

Yoksa, ma’lûmumuz olan ma’nalar ile bir macera değil. Biz, hayâlimiz ile o muhaverelerden o hakîkatları alamayız; belki kalbimizle heyecanlı bir zevk-i îmanî ve nurânî bir neş’e-i ruhanî alabiliriz. Çünkü: Nasıl Cenâb Hakk’ın zât ve sıfâtında nazîr ve şebîh ve misli yoktur; öyle de şuûnât-ı Rubûbiyetinde misli yoktur. Sıfâtı nasıl mahlûkat sıfâtına benzemiyor, muhabbeti dahi benzemez. Öyle ise şu ta’biratı, müteşabihat nev’inden tutup deriz ki: Zât-ı Vâcibü’l-Vücûd’un vücûb-u vücûduna ve kudsiyetine münâsib bir tarzda ve istiğna-i zâtîsine ve kemâl-i mutlakına muvafık bir sûrette, muhabbeti gibi ba’zı şuûnâtı var ki, Mi’râciyye mâcerasiyle onu ihtar ediyor. Mi’râc-ı Nebeviyeye dâir Otuz Birinci Söz, hakâik-i Mi’râciyeyi usûl-ü îmaniyye dâiresinde îzah etmiştir. Ona iktifâen burada ihtisar ediyoruz.

DÖRDÜNCÜ NÜKTE: “Yetmiş bin perde arkasında Cenâb-ı Hakk’ı görmüş” ta’biri, bu’diyet-i mekânı ifade ediyor. Halbuki Vâcibü’l-Vücûd mekândan münezzehtir, herşey’e herşeyden daha yakındır. Bu ne demektir?

Elcevab: Otuz Birinci Söz’de mufassalan, bürhanlar ile o hakîkat beyân edilmiştir. Burada yalnız şu kadar deriz ki:

Cenâb-ı Hak bize gâyet karîbdir, biz O’ndan gâyet derecede uzağız. Nasılki Güneş; elimizdeki âyine vâsıtasiyle bize gâyet yakındır ve yerde herbir şeffaf şey, kendine bir nevi arş ve bir çeşit menzil olur. Eğer Güneşin şuuru olsaydı, bizimle âyinemiz vâsıtasiyle muhabere ederdi. Fakat biz ondan dört bin sene uzağız. Bilâ-teşbih velâ-temsil; Şems-i Ezelî, her şey’e herşeyden daha yakındır. Çünkü Vâcibü’l-Vücûd’dur, mekândan münezzehtir. Hiçbir şey O’na perde olamaz. Fakat herşey nihayet derecede O’ndan uzaktır.

İşte Mi’râcın uzun mesâfesiyle,

in ifade ettiği mesafesizliğin sırriyle; hem Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ın gitmesinde, çok mesafeyi tayyederek gitmesi ve ân-ı vâhidde yerine gelmesi sırrı, bundan ileri geliyor. Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ın Mi’râcı, O’nun seyr ü sülûkudur, O’nun ünvan-ı velâyetidir. Ehl-i velâyet nasılki seyr ü sülûk-u ruhanî ile, kırk günden tâ kırk seneye kadar bir terakki ile, derecat-ı îmaniyenin hakkalyakîn derecesine çıkıyor.

Öyle de: Bütün evliyânın sultanı olan Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm; değil yalnız kalbi ve ruhu ile, belki hem cismiyle, hem havassiyle, hem letâifiyle, kırk seneye mukabil kırk dakikada, velâyetinin keramet-i kübrâsı olan Mi’râcı ile bir cadde-i kübrâ açarak, hakâik-ı îmaniyenin en yüksek mertebelerine gitmiş, Mi’râc merdiveniyle Arş’a çıkmış

Dinle
-