Mektubat | Yirmi Sekizinci Mektup | 378
(348-389)

Hem rıza dâiresinde, hem inâyet altında bize hizmeti Kur’âniyye yaptırılıyor.


Mahrem bir suale cevabdır

(Şu sırrı inâyet; eskiden mahremce yazılmış, On Dördüncü Söz’ün âhirine ilhak edilmişti. Her nasılsa ekser müstensihler unutup yazmamışlardı. Demek münâsib ve lâyık mevkii burası imiş ki, gizli kalmış.)

Benden sual ediyorsun: “Neden senin Kur’ândan yazdığın Sözler’de bir kuvvet, bir te’sir var ki, müfessirlerin ve âriflerin sözlerinde nâdiren bulunur. Ba’zan bir satırda, bir sahife kadar kuvvet var; bir sahifede, bir kitab kadar te’sir bulunuyor?”

Elcevab: Güzel bir cevabdır Şeref, i’cazı Kur’âna âid olduğundan ve bana âid olmadığından, bilâperva derim: Ekseriyet i’tibâriyle öyledir. Çünkü:

Yazılan Sözler tasavvur değil tasdiktir; teslim değil, îmandır; mârifet değil, şehâdettir, şuhuddur; taklid değil tahkiktir; iltizam değil, iz’andır; tasavvuf değil hakîkattır; da’va değil, da’va içinde bürhandır. Şu sırrın hikmeti budur ki:

Eski zamanda, esâsâtı îmaniye mahfuzdu, teslim kavî idi. Teferruatta, âriflerin mârifetleri delilsiz de olsa, beyânatları makbûl idi, kâfi idi. Fakat şu zamanda dalâleti fenniye, elini esâsâta ve erkâna uzatmış oldu ğundan, her derde lâyık devâyı ihsan eden Hakîmi Rahîm olan Zâtı Zülcelâl, Kur’ânı Kerîm’in en parlak mazharı i’cazından olan temsilâtından bir şu’lesini; acz ve za’fıma, fakr ve ihtiyacıma merhameten hizmeti Kur’âna âid yazılarıma ihsan etti.

Dinle
-