Yirmi Dördüncü Mektub ve Yirmi Dokuzuncu Söz’ün âhirinde ki remizli nüktede ve Otuzuncu Söz’ün tahavvülât-ı zerrâtın altı aded hikmetinde keşfedilmiştir. Kâinattaki faaliyet-i hayretnümanın tılsımını ve hilkat-i kâinatın ve akîbetinin muammasını ve tahavvülât-ı zerrâttaki hare kâtın sırr-ı hikmetini keşf ve beyân etmişlerdir, meydandadır, bakılabilir.
Hem sırr-ı Ehâdiyyet ile, şeriksiz vahdet-i rubûbiyeti; hem nihayetsiz kurbiyet-i İlâhîyye ile, nihayetsiz bu’diyetimiz olan hayretengiz hakîkatları kemâl-i vuzuh ile On Altıncı Söz ve Otuz İkinci Söz beyân ettikleri gibi; kudret-i İlâhîyeye nisbeten zerrât ve seyyârat müsavi olduğunu ve haşr-i a’zamda umum zîruhun ihyası, bir nefsin ihyası kadar o kudrete kolay olduğunu ve şirkin hilkat-ı kâinatta müdahalesi imtina’ derecesinde akıldan uzak olduğunu kemâl-i vuzuh ile gösteren Yirminci Mektub’daki kelimesi beyânında ve üç temsili hâvi onun zeyli, şu azîm sırr-ı vahdeti keşfetmiştir.
Hem hakâik-i îmaniye ve Kur’âniyede öyle bir genişlik var ki, en büyük zekâ-i beşerî ihata edemediği halde; benim gibi zihni müşevveş, vaziyeti perîşan, müracaat edilecek kitab yokken, sıkıntılı ve sür’atle yazan bir adamda, o hakâikin ekseriyet-i mutlakası dekaikiyle zuhuru; doğrudan doğruya Kur’ân-ı Hakîm’in i’caz-ı ma’nevîsinin eseri ve inâyet-i Rabbânîyenin bir cilvesi ve kuvvetli bir işâret-i gaybiyyedir.
Dördüncü İşâret : Ellialtmış risâleler (*) öyle bir tarzda ihsan edilmiş ki; değil benim gibi az düşünen ve zuhurata tebâiyet eden ve tedkike vakit bulamayan bir insanın; belki büyük zekâlardan mürekkeb bir ehl-i tedkikin sa’y ve gayretiyle yapılmayan bir tarzda te’lifleri, doğrudan doğruya bir eser-i inâyet olduklarını gösteriyor. Çünkü bütün bu risâlelerde, bütün derin hakâik, temsilât vâsıtasiyle, en âmi ve ümmi olanlara kadar ders veriliyor. Halbuki o hakâikin çoğunu büyük âlimler “tefhim edilmez” deyip, değil avama, belki havassa da bildiremiyorlar.
İşte en uzak hakîkatları, en yakın bir tarzda, en âmi bir adama ders verecek derecede; benim gibi Türkçesi az, sözleri muğlak, çoğu anlaşılmaz ve zâhir hakîkatları dahi müşkilleştiriyor diye eskiden beri iştihar bulmuş ve eski eserleri o sû’-i iştiharı tasdik etmiş bir şahsın elinde bu hârika teshilât ve sühûlet-i beyân; elbette bilâşübhe bir eser-i inâyettir ve onun hüneri olamaz ve Kur’ân-ı Kerim’in i’caz-ı ma’nevîsinin bir cilvesidir ve temsilât-ı Kur’âniyenin bir temessülüdür ve in’ikasıdır.
----------------------------(*) Şimdi yüz otuzdur.