O mübârek cemâat ise; Hulûsî’nin ta’biriyle telsiz telgrafın âhizeleri hükmünde ve Sabri’nin ta’biriyle nur fabrikasının elektriklerini yetiştiren makineler hükmünde ayrı ayrı meziyyetleri ve kıymetdar muhtelif hasiyetleriyle beraber, yine Sabri’nin ta’biriyle bir tevâfukat-ı gaybiyye nev’inden olarak, şevk ve sa’y ü gayret ve ciddiyette birbirine benzer bir sûrette esrâr-ı Kur’âniyeyi ve envâr-ı îmaniyeyi etrafa neşretmeleri ve her yere eriştirmeleri ve şu zamanda (yâni hurûfat değişmiş, matbaa yok, herkes envâr-ı îmaniyeye muhtaç olduğu bir zamanda) ve fütur verecek ve şevki kıracak çok esbâb varken, bunların fütursuz, kemâl-i şevk ve gayretle bu hizmetleri, doğrudan doğruya bir kerâmet-i Kur’âniye ve zâhir bir inâyet-i İlâhîyyedir. Evet velâyetin kerâmeti olduğu gibi, niyet-i hâlisenin dahi kerâmeti vardır. Samîmiyetin dahi kerâmeti vardır. Bâhusus Lillâh için olan bir uhuvvet dâiresindeki kardeşlerin içinde ciddî, samîmi tesânüdün çok kerâmetleri olabilir. Hatta şöyle bir cemâatin şahs-ı ma’nevîsi bir veliyy-i kâmil hükmüne geçebilir, inâyâta mazhar olur.
İşte ey kardeşlerim ve ey hizmet-i Kur’ânda arkadaşlarım! Bir kal’ayı fetheden bir bölüğün çavuşuna bütün şerefi ve bütün ganîmeti vermek nasıl zulümdür, bir hatadır; öyle de şahs-ı ma’nevînizin kuvvetiyle ve kalemleriniz ile hasıl olan fütuhattaki inâyâtı benim gibi bir biçâreye veremezsiniz. Elbette böyle mübârek bir cemâatte, tevâfukat-ı gaybiyyeden daha ziyâde kuvvetli bir işâret-i gaybiyye var ve ben görüyorum; fakat herkese ve umuma gösteremiyorum.
Üçüncü İşâret: Risâle-i Nur eczaları, bütün mühim hakâik-i îmaniyye ve Kur’âniyeyi hatta en muannide karşı dahi parlak bir sûrette isbatı, çok kuvvetli bir işâret-i gaybiyye ve bir inâyet-i İlâhîyedir. Çünkü: Hakâik-i îmaniye ve Kur’âniye içinde öyleleri var ki; en büyük bir dâhî telakki edilen İbn-i Sina, fehminde aczini i’tirâf etmiş, “Akıl buna yol bulamaz!” demiş. Onuncu Söz Risâlesi, o zâtın dehasiyle yetişemediği hakâiki; avamlara da, çocuklara da bildiriyor.
Hem meselâ: Sırr-ı Kader ve cüz’-i ihtiyarînin halli için, koca Sa’d-ı Taftazanî gibi bir allâme; kırkelli sahifede, meşhur Mukaddemât-ı İsna Aşer nâmiyle telvih nam kitabında ancak hallettiği ve ancak havassa bildirdiği aynı mesâili, kadere dâir olan Yirmi Altıncı Söz’de, İkinci Mebhasın iki sahifesinde tamamiyle, hem herkese bildirecek bir tarzda beyânı, eser-i inâyet olmazsa nedir?
Hem bütün ukûlü hayrette bırakan ve hiçbir felsefenin eliyle keşfedilemeyen ve sırr-ı hilkat-ı âlem ve tılsım-ı kâinat denilen ve Kur’ân-ı Azîmüşşan’ın i’caziyle keşfedilen o tılsım-ı müşkilküşa ve o muammayı hayretnüma,