Mektubat | Yirmi Sekizinci Mektup | 371
(348-389)

Elbette Sözler’de in’ikas etmiş Kur’ânı Hakîm’in lemaat-ı i’caziyesinden ve o hizmetin makbûliyetine alâmet olan inâyât-ı Rabbânîyenin izhârına mükellefiz. Çünkü, O üstadımız öyle eder ve öyle ders verir.

Üçüncü Sebeb: Sözler hakkında tevâzu sûretinde demiyorum; belki bir hakîkatı beyân etmek için derim ki: Sözler’deki hakâik ve kemâlât, benim değil Kur’ânındır ve Kur’ândan tereşşuh etmiştir. Hatta Onuncu Söz, yüzer âyât-ı Kur’âniyeden süzülmüş ba’zı katârattır. Sâir risâleler dahi umumen öyledir. Mâdem ben öyle biliyorum ve mâdem ben fâniyim, gideceğim; elbette bâki olacak birşey ve bir eser, benimle bağlanmamak gerektir ve bağlanmamalı. Ve mâdem ehl-i dalâlet ve tuğyan, işlerine gelmeyen bir eseri, eser sahibini çürütmekle eseri çürütmek âdetleridir; elbette semâ-yı Kur’ânın yıldızlariyle bağlanan risâleler, benim gibi çok i’tirâzata ve tenkidata medâr olabilen ve sukut edebilen çürük bir direk ile bağlanmamalı. Hem mâdem örf-i nâsta, bir eserdeki mezaya, o eserin masdarı ve menba’ı zannettikleri müellifinin etvârında aranılıyor ve bu örfe göre, o hakâik-i âliyeyi ve o cevâhir-i galiyeyi kendim gibi bir müflise ve onların binde birini kendinde gösteremiyen şahsiyetime mal etmek, hakîkata karşı büyük bir haksızlık olduğu için risâleler kendi malım değil, Kur’ânın malı olarak, Kur’ânın reşehat-ı meziyyatına mazhar olduklarını izhâr etmeye mecburum. Evet lezzetli üzüm salkımlarının hasiyetleri, kuru çubuğunda aranılmaz. İşte ben de öyle bir kuru çubuk hükmündeyim.

Dördüncü Sebeb: Ba’zan tevâzu’, küfrân-ı ni’meti istilzam ediyor; belki küfrân-ı ni’met olur. Ba’zan da tahdis-i ni’met, iftihar olur. İkisi de zarardır. Bunun çâre-i yegânesi ki; ne küfrân-ı ni’met çıksın, ne de iftihar olsun. Meziyyet ve kemâlâtları ikrar edip, fakat temellük etmiyerek, Mün’im-i Hakiki’nin eser-i in’amı olarak göstermektir. Meselâ: Nasılki murassa’ ve müzeyyen bir elbise-i fahireyi biri sana giydirse ve onunla çok güzelleşsen, halk sana dese: “Mâşâallah çok güzelsin, çok güzelleştin.” Eğer sen tevazukârane desen: “Hâşâ!.. Ben neyim, hiç. Bu nedir, nerede güzellik?” O vakit küfrânı ni’met olur ve hulleyi sana giydiren mahir san’atkâra karşı hürmetsizlik olur. Eğer müftehirane desen: “Evet ben çok güzelim, benim gibi güzel nerede var, benim gibi birini gösteriniz.” O vakit, mağrurane bir fahiKüre-i Arz’a bağırardir.

İşte fahirden, küfrândan kurtulmak için demeli ki: “Evet ben güzelleştim, fakat güzellik libasındır ve dolayısiyle libası bana giydirenindir, benim değildir.”

İşte bunun gibi, ben de sesim yetişse, bütün Küre-i Arz’a bağırarak derim ki: Sözler güzeldirler, hakîkattırlar; fakat benim değildirler.

Dinle
-