Mektubat | Yirmi Dokuzuncu Mektub | 427
(390-463)

Beşinci Desîse-i Şeytaniye: Ehl-i dalâletin tarafgirleri, enâniyetten istifade edip, kardeşlerimi benden çekmek istiyorlar. Hakîkaten insanda en tehlikeli damar, enâniyettir ve en zaîf damarı da odur. Onu okşamakla, çok fenâ şeyleri yaptırabilirler.

Ey kardeşlerim! Dikkat ediniz; sizi enâniyette vurmasınlar, onunla sizi avlamasınlar. Hem biliniz ki: Şu asırda ehl-i dalâlet eneye binmiş, dalâlet vâdilerinde koşuyor. Ehl-i hak, bilmecbûriye eneyi terketmekle hakka hizmet edebilir. Enenin isti’malinde haklı dahi olsa; mâdemki ötekilere benzer ve onlar da onları kendileri gibi nefisperest zannederler, hakkın hizmetine karşı bir haksızlıktır. Bununla beraber etrafına toplandığımız hizmet-i Kur’âniye, ene’yi kabûl etmiyor. “Nahnü” istiyor. “Ben demeyiniz, biz deyiniz” diyor. Elbette kanaatınız gelmiş ki, bu fakir kardeşiniz ene ile meydana çıkmamış. Sizi enesine hâdim yapmıyor. Belki, enesiz bir hâdim-i Kur’ânî olarak kendini size göstermiş. Ve kendini beğenmemeyi ve enesine tarafdar olmamayı meslek ittihaz etmiş. Bununla beraber, kat’i deliller ile sizlere isbat etmiştir ki: Meydan-ı istifadeye vaz’edilen eserler, mîrî malıdır; yâni Kur’ân-ı Hakîm’in tereşşuhatıdır. Hiç kimse, enesiyle onlara temellük edemez! Haydi farz-ı muhal olarak ben enemle o eserlere sâhib çıkıyorum, benim bir kardeşimin dediği gibi: Mâdem bu Kur’ânî hakîkat kapısı açıldı, benim noksaniyetime ve ehemmiyetsizliğime bakılmayarak, ehl-i ilim ve kemâl arkamda bulunmaktan çekinmemeli ve istiğna etmemelidirler. Selef-i sâlihînin ve muhakkikîn-i ulemânın âsârları, çendan her derde kâfi ve vâfi bir hazine-i azîmedir; fakat ba’zı zaman olur ki, bir anahtar bir hazineden ziyâde ehemmiyetli olur. Çünkü hazine kapalıdır; fakat bir anahtar, çok hazineleri açabilir. Zannederim ki, o enâniyet-i ilmiyeyi fazla taşıyan zâtlar da anladılar ki: Neşrolunan Sözler, hakâik-i Kur’âniyenin birer anahtarı ve o hakâiki inkâr etmeye çalışanların başlarına inen birer elmas kılınçtır. O ehl-i fazl ve kemâl ve kuvvetli enâniyet-i ilmiyeyi taşıyan zâtlar bilsinler ki; bana değil, Kur’ân-ı Hakîm’e talebe ve şâkird oluyorlar. Ben de onların bir ders arkadaşıyım. Haydi farz-ı muhal olarak ben üstadlık da’va etsem, mâdem şimdi ehl-i îmanın tabakatını, avamdan havassa kadar, ma’rûz kaldıkları evham ve şübehattan kurtarmak çâresini bulduk; o ulemâ ya daha kolay bir çâresini bulsunlar veyahut bu çâreyi iltizam edip ders versinler, tarafdar olsunlar. Ulemâüs sû’ hakkında bir tehdid-i azîm var. Bu zamanda ehl-i ilim ziyâde dikkat etmeli. Haydi farzetseniz ki, düşmanlarımızın zannı gibi ben, benlik hesabına böyle bir hizmette bulunuyorum. Acaba dünyevî ve millî bir maksad için, çok zâtlar enâniyeti terkedip, fir’avn-meşreb bir adamın kemâl-i sadakatla etrafına toplanıp, şiddetli bir tesanüdle iş gördükleri halde; acaba bu kardeşiniz, hakîkat-ı Kur’âniye ve hakâik-i îmaniye etrafında, kendi enâniyetini setretmekle beraber, o dünyevî komitenin onbaşıları gibi, terk-i enâniyetle hakâik-i Kur’âniye etrafında bir tesanüdü sizden istemeye hakkı yok mudur? Sizin en büyük âlimleriniz de, ona Lebbeyk” dememesinde haksız değil midirler?

Dinle
-