Mektubat | Yirmi Dokuzuncu Mektub | 424
(390-463)

Mâdemki o ma’sûmlar hayatın dağdağalarına atılacaklar, mâdemki insandırlar; elbette küçük kalblerinde çok uzun arzuları olacak ve küçük kafalarında büyük maksadlar tevellüd edecek. Mâdem hakîkat böyledir; onlara şefkatin muktezası, gâyet derecede fakr ve aczinde, gâyet kuvvetli bir nokta-i istinâdı ve tükenmez bir nokta-i istimdâdı; kalblerinde îman-ı billah ve îman-ı bil-âhiret sûretiyle yerleştirmek lâzımdır. Onlara şefkat ve merhamet bununla olur. Yoksa, divâne bir vâlidenin, veledini bıçakla kesmesi gibi, hamiyet-i milliye sarhoşluğuyla, o biçâre ma’sûmları ma’nen boğazlamaktır. Cesedini beslemek için, beynini ve kalbini çıkarıp ona yedirmek nev’inden, vahşiyane bir gadirdir, bir zulümdür.

Beşinci tâife, fakirler ve zaîfler tâifesidir. Acaba, hayatın ağır tekâlifini fakirlik vâsıtasiyle elîm bir tarzda çeken fakirlerin ve hayatın müdhiş dağdağalarına karşı çok müteessir olan zaîflerin, hamiyet-i milliyeden hisseleri yok mudur? Bu biçârelerin ye’sini ve elemini artıran ve sefih bir kısım zenginlerin mel’abe-i hevesâtı ve zâlim bir kısım kavîlerin vesile-i şöhret ve şekâveti olan firenk-meşrebâne ve perde-birûnâne ve fir’avnane medeniyet-perverlik nâmı altında yaptığınız harekâtta mıdır? Bu biçâre fukaraların fakirlik yarasına merhem ise; unsuriyet fikrinden değil, belki İslâmiyetin eczahâne-i kudsiyesinden çıkabilir. Zaîflerin kuvveti ve mukavemeti, karanlık ve tesadüfe bağlı, şuursuz, tabiî felsefeden alınmaz; belki hamiyet-i İslâmiye ve kudsî İslâmiyet milliyetinden alınır!..

Altıncı tâife gençlerdir. Bu gençlerin gençlikleri eğer dâimî olsaydı; menfî milliyetle onlara içirdiğiniz şarabın muvakkat bir menfaatı, bir fâidesi olurdu. Fakat o gençliğin lezzetli sarhoşluğu; ihtiyarlıkla elemle ayılması ve o tatlı uykunun ihtiyarlık sabahında esefle uyanmasiyle, o şarabın humarı ve sıkıntısı onu çok ağlattıracak ve o lezzetli rü’yanın zevâlindeki elem, ona çok hazîn teessüf ettirecek. “Eyvah! Hem gençlik gitti, hem ömür gitti, hem müflis olarak kabre gidiyorum; keşki aklımı başıma alsaydım.” dedirecek. Acaba bu tâifenin hamiyet-i milliyeden hissesi, az bir zamanda muvakkat bir keyf görmek için, pek uzun bir zamanda teessüfle ağlattırmak mıdır? Yoksa onların saâdet-i dünyeviyeleri ve lezzet-i hayatiyeleri; o güzel, şirin gençlik ni’metinin şükrünü vermek sûretinde, o ni’meti sefahet yolunda değil, belki istikamet yolunda sarfetmekle; o fâni gençliği, ibâdetle ma’nen ibka etmek ve o gençliğin istikametiyle Dâr-ı Saâdette ebedî bir gençlik kazanmakta mıdır? Zerre miktar şuurun varsa söyle!..

Dinle
-