Yirmi Altıncı Mektûb’un Üçüncü Mes’elesinde, delilleriyle menfî milliyetin mâhiyetini ve zararlarını gösterdiğimizden ona havale edip, yalnız o Üçüncü Mes’elenin âhirinde icmal edilen bir hakîkatı burada bir derece îzah edeceğiz. Şöyle ki:
O Türkçülük perdesi altına giren ve hakîkaten Türk düşmanı olan hamiyet-füruş mülhidlere derim ki: Din-i İslâmiyet milletiyle ebedî ve hakîki bir uhuvvet ile, Türk denilen bu vatan ehl-i îmaniyle şiddetli ve pek hakîki alâkadarım. Ve bin seneye yakın, Kur’ânın bayrağını cihanın cihat-ı sittesinin etrafında galibane gezdiren bu vatan evlâdlarına, İslâmiyet hesabına müftehirane ve tarafdarane muhabbetdarım. Sen ise ey hamiyet-füruş sahtekâr! Türk’ün mefâhir-i hakîkiye-i milliyesini unutturacak bir sûrette mecazî ve unsurî ve muvakkat ve garazkârane bir uhuvvetin var. Senden soruyorum: Türk Milleti, yalnız yirmi ile kırk yaşı ortasındaki gâfil ve heveskâr gençlerden ibâret midir? Hem onların menfaati ve onların hakkında hamiyet-i milliyenin iktiza ettiği hizmet, yalnız onların gafletini ziyâdeleştiren ve ahlâksızlıklara alıştıran ve menhiyata teşci eden firenk-meşrebâne terbiyede midir? Ve ihtiyarlıkta onları ağlattıracak olan muvakkat bir güldürmekte midir? Eğer hamiyet-i milliye bunlardan ibâret ise ve terakki ve saâdet-i hayatiye bu ise; evet sen böyle Türkçü isen ve böyle milliyetperver isen; ben o Türkçülükten kaçıyorum, sen de benden kaçabilirsin! Eğer zerre miktar hamiyet ve şuurun ve insafın varsa, şimdiki taksimata bak, cevab ver. Şöyle ki:
Türk Milleti denilen şu vatan evlâdı altı kısımdır. Birinci kısmı, ehl-i salâhat ve takvadır. İkinci kısmı, musîbetzede ve hastalar tâifesidir. Üçüncü kısmı, ihtiyarlar sınıfıdır. Dördüncü kısmı, çocuklar tâifesidir. Beşinci kısmı, fakirler ve zaîfler tâifesidir. Altıncı kısmı, gençlerdir. Acaba bütün evvelki beş tâife Türk değiller mi? Hamiyet-i milliyeden hisseleri yok mu? Acaba altıncı tâifeye sarhoşcasına bir keyf vermek yolunda, o beş tâifeyi incitmek, keyfini kaçırmak, tesellilerini kırmak; hamiyet-i milliye midir, yoksa o millete düşmanlık mıdır? “Elhükmü lil’ekser” sırrınca, eksere zarar dokunduran düşmandır; dost değildir!
Senden soruyorum: Birinci kısım olan ehl-i îman ve ehl-i takvanın en büyük menfaati, firenk-meşrebâne bir medeniyette midir? Yoksa hakâik-i îmaniyenin nurlariyle saâdet-i ebediyeyi düşünüp, müştak ve âşık oldukları tarîk-i hakta sülûk etmek ve hakîki teselli bulmakta mıdır? Senin gibi dalâlet-pişe hamiyet-füruşların tuttuğu meslek; müttaki ehl-i îmanın ma’nevî nurlarını söndürüyor ve hakîki tesellilerini bozuyor ve ölümü i’dam-ı ebedî ve kabri dâimî bir firak-ı lâyezalî kapısı olduğunu gösteriyor.